YATAĞAN HAKKINDA
Halidun Semai
Yeniçeri Ünü dünyayı tutmuş, adı yeniçerilerle birlikte anılmış, bir dönem asker olmayan erkeklerin de en gözde aksesuarı olmuş, sıradışı bir silahtır yatağan. Hiçbir zaman birincil savaş silahı olarak kullanılmadığı açıktır; ama Avrupalılar’ı, kuşağa çaprazlama yerleştirilmiş bir çift yatağana “kelle makası” adını takacak kadar etkilemiş olduğu da bir gerçektir.

Bilinen en eski örneği, Kanuni Sultan Süleyman’a ait ve 1526-1527 yıllarında Ahmet Tekelü Usta tarafından yapılmış. Fildişi kabzalı ve altın, gümüş, yakut ve incilerle süslenmiş bu yatağan, bazılarınca silahta işlevsellik ve sanatsallığın ulaştığı en yüksek nokta olarak kabul ediliyor. Kanuni'nin Yatağanı

Kökeni hakkında rivayet muhtelif... Makedonyalı İskender’in seferleriyle çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olan “kopis” adlı antik bir silahın, Osmanlı’ya komşu kültürlerin birinde o güne dek varlığını sürdürebilmiş bir türevinden geliştirilmiş olabileceğini iddia edenler olduğu gibi, adından yola çıkarak; Orta Asya’da, Özbekler’in Katağan kabilesi tarafından geliştirildiğini öne sürenler de var. Nitekim, Orta Asya’da yapılan arkeolojik kazılar, içbükey ağızlı kesici aletlerin bu coğrafyada çok eski zamanlardan beri kullanıldığını ortaya koyuyor.

Ordos Bıçağı Batı Anadolu’da halk arasında kabul gören bir inanışa göre ise, herşey 1195 yılında Osman Bey adlı bir gazinin Selçuklu sultanı tarafından Teke yarımadasını fethetmek üzere görevlendirilmesiyle başlamış. Osman Bey öylesine bilgili ve deneyimli bir komutanmış ve bölgeyi o kadar kolaylıkla ele geçirmiş ki, insanlar “yattığı yerden savaş kazanan” bu efsanevi gaziye Yatağan Baba adını takmışlar. Zaferinin ardından sultanın hizmetinden ayrılan Yatağan Baba, fethettiği bölgeye geri dönmüş ve bir dergah kurmuş. Dergahın etrafı kısa zamanda kalabalıklaşıp bir köye dönüşmüş. Bu arada, aslında çok yetenekli bir demirci ustası olan Yatağan Baba, atölyesinde çok özel ve sıradışı bir forma sahip kılıçlar yapmaya başlamış ki, onlar da kendi adıyla anılır olmuş.

Üç Örnek Maalesef, bugün için bu teorilerin hiçbiri diğerlerinden daha sağlam bir temele sahip değil; yatağanın kökeni, üstelik görece yeni bir silah olmasına rağmen, herkes için bir sır. Bundan beş yüzyıl önce ne kılıç ustaları sanatlarını ve deneyimlerini kağıda aktarma ihtiyacı duymuşlar, ne de dönemin vakanüvisleri böyle bir konuyla ilgilenmişler. Toplumsal tarih üzerinde çalışanların askeri tarihi gözardı edemeyecekleri gibi, askeri tarih çalışmalarının da silahların tarihi incelenmeden tamam olamayacağı açıktır; yine de, bugün bile bunun tarihçilerin pek fazla ilgi göstermedikleri bir konu olduğunu kabul etmek gerekir. Seçkin bazı tarihçilerimizin çok az sayıdaki çalışmaları da maalesef gerekli derinliği göstermemektedir.

Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Osmanlı Devleti Teşkilatından Kapıkulu Ocakları”  (Ankara: TTK, 1988: 1943, c. I, s. 376) isimli eserinde yeniçerilerin kullandıkları silahlar arasında “varsak denilen yatağan bıçağı”nı da sayar, ama üzerinde hiç durmadan geçtiği bu tanımlamasına bir referans da göstermemiş olduğundan, kafamızı iyice karıştırır. Acaba bugün bizim yatağan bıçağı dediğimiz silaha yeniçeriler varsak mı diyorlardı? Yoksa yeniçeriler, yatağan bıçağının varsak denilen bir alt türünü mü kullanıyorlardı? Dahası, acaba bütün bunların Anadolu’da Varsaklar adıyla bilinen yörük kabilesiyle bir bağlantısı var mıydı? Anlaşılan, konu büyük tarihçimizin ilgi alanına uzak kalmış.

Yatağan, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda tüm Osmanlı coğrafyasında “moda olmuş”, özellikle Balkanlar’ın tamamında çok yaygın kullanılmış, hatta bir dönem Sırbistan’ın milli kılıcı haline gelecek kadar rağbet görmüştür. Sonuç olarak, kültürel mirasını devraldığımız bu toprakların özgün bir eseridir ve hakkında araştırma yapmak, yazıp çizmek de öncelikle bizim görevimizdir.


XVIII. Yüzyıldan Bir Yatağan
Her Hakkı Saklıdır © 2007- cebehane.com