Ne demek efendim, benim için büyük bir zevk. Ben bilgilerimi aktarabildikçe yeni insanlarla tanışıp onlardan da geri bilgi akışı olması benim de deneyim ve bilgi düzeyimi artırıyor.
Bu konu ülkemizde çok göz ardı edilen bir konu. Modern yaşam ve geçinme güçlüğü içinde insanlarımız hobi geliştirmenin lüks olduğu fikrine kapılabiliyorlar. Hatta zamanı ve imkanı olanların mekan imkansızlığından bu sanatla hiç uğraşamayacağını sanması üzücü. Bu yüzden elimden geldiğince minimum alet edevatla en güzel nasıl iş çıkarabilirsiniz sorusuna cevap verebilmeye çalışıyorum.
Bunun için ilgilenen insanın iki ihtiyacı var. Bilgi ve sabır. Bilgi maalesef Türkiye'mizde çok zor elde edilebilen bir meta. Ancak İnternet kullanımının ülkemizde yaygınlaşmaya başlaması ile birlikte en azından sizin, benim gibi merak edenlerin doğru bilgiye ulaşabilmesinin önü açıldı. Maalesef internetteki her bilgi doğru değil, tam tersi çoğu yanıltıcı ve eksik. Bu konuda en önemli iş bize düşüyor. Okuduğumuz bir bilginin doğruluğundan tam emin olana kadar araştırma yapmaya devam etmemiz gerek. Bu işin içinde, eliyle gerçek bıçak ortaya koyabilen kişileri dikkate almak gerekiyor. Sabırla denemeler yapmak ve öğrendiklerimizi "ocak başında" sınamak zorundayız. En son olarak da kendi yaptığımız ürüne fazla hayran kalmadan sorgulamalıyız. Bunun için bir eser çıkardıktan sonra yapmanız gereken ilk iş o bıçağın "cılkını çıkarana" kadar zorlamaktır. Pirinç çubuk testini, eğe testini yapmak, normal ve anormal kullanımlardaki ağız dayanımını sonuna kadar sorgulamalıyız. Bu ne için önemli: "Jay Fisher"in anlatımıyla:
İnsan ilk zamanlarından beri "kesici kenardan" yoksundu, pençe ve dişleri olmadan vahşi doğada hayatta kalmak ve kendini korumak zorundaydı. Bunun için kendine pençe ve dişler üretti. Bunlar sayesinde öyle bir noktaya geldi ki şu zamanımızda bizim "pençelerimizden" daha keskin pençe, "dişlerimizden" daha sivri dişlere sahip bir canlı yok. Ancak işe yarayan her şey gibi bıçağa hayatımızı borçluyuz. Biliyor musunuz, çok ilginç bir saptama var: "modern hayatta aldığımız herhangi bir ürün en az bir veya iki kere bıçakla karşılaşmıştır". Tarım mahsullerinin çoğu için geçerli değil gibi gelir insana. Mesela pazardan aldığınız kabak ya da biber.... Ancak dikkatlice düşünürseniz "saban"ın bir vahşi hayvanın pençelerine ne kadar benzediğini, ya da "kazma"nın bir köstebek dişi ile aynı biçimde olduğunu görüp şaşırabilirsiniz. Evet, bizim bıçaklarımız, kesici ve delici aletlerimiz o kadar önemlidir ki, bir bıçağı, delici veya kesici bir aleti mükemmel yapmak insanlık sorumluluğumuzdur. İyi yapılmamış bir orak yüzlerce insanın daha az yemek yiyebilmesine neden olur, iyi tasarlanmamış bir makas bir terzinin üretkenliğini ciddi biçimde düşürür, iyi yapılmamış bir kamp bıçağı bir doğa gezgininin hayatına mal olabilir. Bu çok büyük bir sorumluluktur. Ancak hukuki düzenlemelerimiz bu gerçeği görmeyip bu çok değerli mesleği, bıçağı 3-5 liralık kar olarak gören fabrika ve atölyelerin insafına bırakmış durumda. Ben inanmıyorum ülkemizde yemek hazırlarken huzurlu olan bir ev hanımımız olduğuna. Maalesef ülkemizin tüm beslenmesi, inox ya da çok düşük karbonlu paslanmaz yumuşak çeliklerden yapılmış, bıçak bile denilemiyecek objeler ve bu objeleri üreten ne olduğu belirsiz üreticilere teslim edilmiş durumda. Bence durum vahimdir ancak gören yoktur. İnsanımız, bir insanın gündelik hayatında ortalama 20-24 kere bıçak kullanması gerektiğinden habersizdir. Kötü kalite bıçakların (daha doğrusu bıçak biçimli objelerin) ülkemizde ne kadar iş gücü kaybına neden olduğu araştırılsa, bunun bize maliyetinin 10 milyar dolarlarla ölçüldüğünü görecektir... Siz siz olun bu sanatta "idare eder" lafını kullanmayın, "daha iyi nasıl yapabilirim" sorusu en sık sormanız gereken sorudur...