Başlarken > Temel Bilgiler, Terim ve Kavramlar

Yatağan Palasının Tarihsel Süreci

(1/7) > >>

Veysel Aytin:
A)Yatağan Palası

a)İsmi ve Ortaya Çıkışı

   Yatağan Palası’nın ismi ve ortaya çıkışı hakkında değişik bilgilere rastlamaktayız. Bu bilgileri burada sırasıyla ele alacağız.
   Yatağan, daha yaygın şekliyle bütün dünya dillerine geçen bir kelimedir. Öylesine yaygındır ki 1978’de bir erkek losyonuna “Yatağan” ismi verilmiştir. Yani erkeklere mahsus keskin ve etkileyici anlamını içerdiği için bu adın seçildiği anlaşılıyor. Yatağan, Fransız Akademisi’nin 1835 baskılı sözlüğünde geçmekte, İngiliz literatüründe de 1819 yılından itibaren zikredilmektedir. Yatağan’a benzer ince kıvrımlı bir silah Türkler arasında Hun çağında kullanılmasına rağmen Yatağan kelimesine Divan-ı Lügat-it Türk’te ve diğer sözlüklerde rastlanmıyor. Dolayısıyla bu isim Türkler’in Anadolu’ya gelmelerinden sonra ortaya çıkmıştır.
   Türk Palası ve Yatağan olarak bilinen bu kılıçlar Yatağan Kasabası’ndan dolayı mı bu ismi aldı, yoksa başka nedenlerle mi? Bu konuya kesin bir cevap veremiyoruz. Ancak araştırmacıların birçoğunun bu konudaki fikri Yatağan’ın ismini, Yatağan Kasabası’ndan aldığıdır. Günümüzde ileri düzeyde bıçak ve kesici aletlerin üretimi, antika diyebileceğimiz bir çok Yatağan’ın kasabada bulunması ve  halen Yatağan üretmeyi bilen ustaların yaygınlığı bu tezimizi biraz olsun kanıtlamaktadır.
   Ayrıca Yatağan Kasabası’nın ismi ve bu ismi veren Osman Bey’in lakabı burada üretilen kılıçlara verilmiş olabilir. Yatağan tabiki sadece Yatağan Kasabası’nda üretilmemiştir. İstanbul, Bursa, Filibe vb. yerlerde de üretilmiştir. Biz yukarıdaki yorumlara da dayanarak, şimdilik Yatağan Palası’nın isminin Yatağan Kasabası’ndan geldiğini ve bu kılıcın Yatağan’da üretilerek burada meşhur hale geldiğini söyleyebiliriz. Nitekim günümüzde bile bazı üretilen ürünler üretildikleri yerlerin adıyla anılmaktadır.
XVI. yy. ın ortalarında yapımına başlanıp XIX. yy. ın sonlarına kadar kullanılan bu kılıçların ismi üzerindeki başka bir görüşte; yeniçerilerin bellerine doladıkları, şal kuşaklar üzerine bağladıkları, meşinden yapılan silahlığın içerisine yatay bir şekilde yerleştirmelerinden dolayı bu ismin takılmış olduğudur.  Bu silaha da zamanla yatay olarak durduğu için Yatağan adı verilmiştir. Ancak en güzellerinin Yatağan Kasabası’nda asırlarca üretildiği,  büyük ustalık gerektiren bu Türk kılıcının da bu beldenin adını aldığı bir gerçektir.
   E. Behnan Şopolyo’nun “Zeybekli” adlı makalesinde Yatağan hakkında önemli bilgiler öğreniyoruz. Bu  bilgileri aynen aktarıyoruz; “Yatağan Denizli Vilayeti‘nin Acıpayam Kazası’na tabi bir köyüdür. Ve efelerin bütün Yatağanları bu köyde üretilir.” Şopolyo’nun belirttiği gibi Yatağanlar’ın üretildikleri yerler hakkında Yatağan Kasabası’nı destekleyen bilgiler mevcuttur. Osmanlı arşiv ve salnamelerinde ve yazışmalarında  bunlar açık bir şekilde defalarca zikredilmektedir.
   Yatağan’ın metal işleme sanatı yüzyıllar öncesine dayanmaktadır. Yatağan’da  bu gelenek 600 yıl geriye kadar götürülmektedir. Yatağan Kasabası’nda büyük oranda “Yatağan Palası” olarak bilinen kesici silaha eski dönemlerde yalnızca “Yatağan” demek daha yaygın bir söyleyiş biçimidir.
Yatağan Kılıcı’nın ortaya çıkışından bahsedecek olursak; Türkiye müzeleri ile katalogları neşredilen müzelerdeki, Yatağanların tetkikinden de anlaşılıyor ki, yapılmış en eski Yatağan Kanuni Sultan Süleyman’a ait ve 1526-1527 yıllarında Ahmet Tekelü Usta tarafından yapılmıştır. Burada dile getirmek istediğim bir konuda Ahmet Tekelü  ustanın Yatağanlı olup olmadığı. Çünkü bilindiği gibi Yatağan Teke yöresi (Mersin-Antalya-Burdur-Denizli’nin güneyi)  içerisinde yer almaktadır. Tezimizin mimari eserleri bölümde detaylı olarak incelediğimiz Teke Müsellimi Mehmet Ağa, 1800 lü yıllarda Teke yöresi  (Ayan)yöneticisidir. Teke Müsellim’i Mehmet Ağa’nın 1810 yılında Yatağanda yaptırmış olduğu camii kendi ismiyle hala ayakta durmaktadır. Ahmet Tekelü’nün de Teke  yöresinden olduğunu varsayarsak, bölgenin en büyük demircilik merkezi olması bakımından Ahmet Tekelü’nün Yatağanlı olması seçenekler arasında en kuvvetli olanıdır. Tabii ki bunu söylemek için daha fazla delile ihtiyaç vardır.
Daha sonra ikinci örnek, Dergiz Ali’nin h.978/m.1570-1571 tarihli eseridir. Bundan sonra hicri X.yy. a ait hiçbir imzaya rastlanmaması dikkat çekicidir. 1127-1129 tarihli üç örnekten sonra 1172 ve 1190’dan sonra Yatağan sayısının arttığı görülmektedir. Aralarında Bursa ve Filibeli ustaların da bulunduğu bu Yatağan ustalarının isimlerini kısmen biliyorsak da yapım yerlerinin ispat etmek neredeyse imkansızdır.
   Yatağan Kasabası’nda ise en eski demirci ustası olarak Mart 1703 tarihli bir belgede Demirci Hüseyin adlı bir ustayı görüyoruz. Bu ustanın Yatağan’a o tarihlerde Demirci Hüseyin Camii’ni yaptırdığını biliyoruz. Bundan da anlaşılıyor ki o devirlerde demircilik sanatı Yatağan Kasabası’nda icra edilmekteydi ve gelişmiş düzeydeydi. Bu işte çalışanlar maddi açıdan da yüksek seviyede olduklarından  böyle bir camiyi yapacak servete sahiptiler.
  Yatağan’da XX.yy’da dikkatimizi çeken en tanınmış usta Derviş Usta’dır. Onunla beraber Hüseyin Usta ismi de karşımıza çıkmaktadır.   XIX.yy. a doğru Yatağanlar kulaklı ve kabzalı tipte sivillerin savunma silahı olarak Bursa’da da yapılmaya başlanmıştır.  Yatağanlar; Ahmet Alemdar, Abdullah, Salih, Hüseyin Kalfa, Usta Ahmet, Bekir Beşe, Abdi, Genç Mustafa gibi yapımcı ustaların (şimşiryeran) sayesinde Avrupa’ya ve Balkanlar’a yayılmıştır.
   Elimizde bulunan araştırma yapma imkanı bulduğumuz Yatağanlar’da tarihlere ve isimlere rastlayamıyoruz çünkü fazlaca zarar görmüş durumdalar. Sonuç olarak Yatağan Palası’nın, Yatağan Kasabası’yla ilişkili olduğu bir gerçektir. Elde ettiğimiz bilgilere dayanarak bu Türk kılıcının ismiyle, kasabanın isminin aynı olmasının ve belirttiğimiz diğer bilgilerin bunu desteklemesinin bir tesadüf olmadığı kanaatindeyiz.

b)Tarihsel Süreci

   Çeliğin hammaddesi olan demir kolay bileşik yapması nedeniyle dünyada ancak cevher olarak bulunuyor. Bu cevherden demiri tanımak ve ayrıştırmak çok zor bir iş olması nedeniyle insanoğlunun demirle ilk karşılaşması tamamen semavi bir olay olarak kabul edilmektedir. Nitekim Allah-ü Teala’da Kur’an-ı Kerim’in Hadid Suresi’nde “Demiri indirdik onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır.”  buyurmaktadır. Demirin bulunmasının modern bilimsel tekniklerle açıklaması da yıldızlardan dünyaya geldiği yönündedir. İlahi bir yardım neticesinde de olsa demirin keşfinin ayrıntıları tıpkı yazının keşfi gibi hala sır... İlk, el ürünü demir aletler MÖ. 1200’lü yıllarda İran çevresinde ortaya çıkmıştır. İki yüz yıl gibi kısa  bir sürede bilumum uygarlık merkezlerine ulaşmıştır. Zira, o zamanlar hala hüküm sürmekte olan tunç çok kırılgan olduğundan demir kadar kolay işlenemiyordu. Buna rağmen demir tuncun tahtını hemen elinden alamamıştır. Demir daha çok ev aletlerinde bel-çapa türünde barışçı olarak kullanılmıştır. Bu süreç demirin çelikleştirilmesinin öğrenilmesine  kadar devam etmiştir.
   Eski tabiri ile “alet-i ceriha” denilen kesici-delici aletler insanın dünya yüzünde var olduğundan beri saldırı ve savunma aracı olarak yayılıp gelişmiştir. Türkler de yüzyıllar boyu fetihler nedeniyle savaşmış ve savaş aleti olarak kılıçlar kullanmışlardır. Bunlardan biri de Yatağan Palası’dır. Türk silahlarının özellikle XV. yy. ın ikinci yarısı ile XVI. yy. ın başlarında Memlük etkisinde geliştiği bilinen bir olgudur. Araştırmacılar bunu Mısır’ın fethinden sonra silah ustalarının İstanbul’a getirilmesi ile açıklamaktadırlar.
   XVI. yy. ın ikinci yarısında Osmanlı Ordusu’nda savaşların da etkisiyle yeni bir silah kalıbı ortaya çıkmıştır. Kılıç ile bıçak arasında kılıç benzeri ve tamamen doğulu özellikler gösteren Yatağan, kesici ve delici bir silahtır.
   Osmanlı toprakları içerisinde yer alan diğer ülkelerde de yayılmıştır. XVIII. yy. ın sonlarında Avusturya’da ki gönüllü Sırplar arasında ulusal bir nitelik halini almıştır. Hatta Türklerin akınları ile Avrupa’ya giden Yatağanlar biçim değiştirerek süvari kılıcına dönüşmüştür. Bu  kılıçlar günümüzde eskrimde kullanılan kılıçların atası sayılmaktadır.
Yatağan Kılıcı’nın ana formu esas alınarak bu forma benzer bir kılıç bu gün bile İngiliz Ordusu’nda kullanılmaktadır. İngiliz Ordusu’nda komando olarak hizmet etmiş olan Nepalli Gurkha Savaşçıları’nın kullandıkları Asya kökenli Türk  silahı Yatağan’dan örnek alınarak yapılmıştır.
   Eğer dünya askeri giysi ve üniformalarını incelersek, Yatağan taşıyan Türk savaşçılarının vücut koruma aracı olarak kalkan ve Avrupalı şövalyeler gibi vücut ve baş zırhları taşımadıklarını görürüz. Bu bize hem Türklerin özgüvenlerinin yüksek olduğunu hem de Yatağanları kullanma becerilerinin üst seviyelerde olduğunu gösterir. Nitekim Yatağan, kullanımda belli bir çeviklik gerektirmektedir. Bunu zırhlarla sağlayamadıklarından zırh kullanmamış, Yatağan’ı kullanan askerler Avrupa süvarilerinin kılıçlarını ve zırhlarını adeta parçalamışlardır. Belki de bu sebeplerden Yatağan, Avrupa’da tanınmış ve benimsenmiştir.
   Yatağan taşıyan Türk savaşçıları göğüs göğüse muharebelerde bu günün komando ve özel kuvvetlerinin karşılığıydı. Türk ordusundaki serdengeçtilerin, yeniçerilerin ve dünyanın ilk deniz piyadeleri olan leventlerin de esas savaş silahlarını Yatağanlar oluşturmaktaydı. 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda dahi Yatağan yakın muharebelerde etkili olduğu için tüfek ve mavzerlerin yanında Türk askerleri tarafından ustaca kullanılmıştır.
   Yatağan’ın kökenini daha eskilere dayandıran bazı bulgulara da rastlamaktayız. Bizi bu görüşe sevk eden Haluk Perk’in koleksiyonunda bulunan kılıçlardır. Bu kılıçların kabzası ve kabzasının dibindeki  çıkıntılı kulakçıklar  Yatağan’ınkine benzemektedir. Tunçtan yapılmış bu kılıçlar İran’ın Luristan bölgesinde bulunmuş MÖ. VIII. yy. a aittir. Bu kılıçların kabzaları Yatağan’a benzemesine rağmen namluları düzdür ve bu yönüyle Yatağan’ın formundan uzaklaşmaktadır. Fakat belirttiğimiz gibi bir sanat  eseri olan kılıçlar da her şeyde olduğu gibi birbirinden etkilenerek gelişmiş ve buda formlarına yansımış olabilir.

Veysel Aytin:
c)Yapılışı

Tarih öncesi çağlarda insanlar taştan, kemikten veya ağaçtan yaptıkları savunma ve saldırı araçlarını madenlerin bulunması ile bakırdan, tunçtan yapmaya başlamışlar ve demirin bulunması ile de bu  aletleri demirden yapmışlardır. Demiri sertleştirmeyi öğrendikten sonra da çelik ürünler ortaya koymuşlardır. Yüzyıllardır kullanılmasına rağmen hala önemini yitirmeyen çelik gelişerek insanlara daha da yardımcı olmaktadır. Bu gelişmede Yatağan kılıcının ve üzerinde  kullanılan tekniklerin etkisi büyüktür. Şimdi Yatağan’ın eski ustalar tarafından nasıl yapıldığını anlatacağız.
Yatağanlar da namlu aynı kılıç yapımında olduğu gibi kılıç yumurtası denilen 2-3 kg. ağırlığında, 5-8 cm çapında ve 8-12 cm yüksekliğinde demir külçelerden yapılır. Hazır bir envarter şeklinde olan demir külçe, iki kişi tarafından körük yardımıyla kızdırılmış olan ocakta kızıl hale gelinceye kadar bekletilir. Bu hale gelen demir saatlerce, bazen günlerce bir veya iki kişi tarafından çekiçlerle dövülür. Bu işlem ile bu şablona asıl kılıç şekli verilmeye çalışılır. Bu işlem sırasında kılıcın namlusuna kan olukları ve damgalar da yapılır. Kızgın ve düz halde olan demir kıvrılmak suretiyle Yatağan’ın klasik formu oluşturulur. Bunu yapmak özel maharet isteyen bir durumdur ki kılıç üzerinde yapılan içe doğru kavisin  belirli bir dengede olması gerekmektedir.
Yatağan imalinde diğer bir önemli nokta ise su verme-çelikleştirme işlemidir. Bu çelikleştirmede Yatağan’ın keskin tarafının çelik olması, sırtının ise demir olarak kalması gerekmektedir ki bu Yatağan’ın en belirgin özelliğidir. Ve bu, Yatağan’ı  diğer kılıçlardan ayırır. Bu özellik nedeniyle Yatağan, diğer kılıçlarda olduğu gibi çarpışma sırasında kırılmamaktadır. Bazı Yatağanlarda bu sırt kısmının kalınlığı, 1 cm’ye kadar çıkmaktadır. Bu kalınlığa rağmen Yatağan’ın ağzı (yalımı) milimetrik bir şekilde ince olarak kalmaktadır. Bu şeklinden dolayı  Yatağanlar çiviyi andırmaktadır. Yatağan’ın ilk örneklerinin büyük çivilerden dövülmek suretiyle yapıldığını da biliyoruz.
Su verme işleminde ise, su verilen Yatağan diğer kılıçlar gibi dışarıda değil ocakta iken yapılmaktadır. Su verme  işleminin birkaç çeşidi Yatağanlar üzerinde uygulanmıştır. Bunlar; normal su verme işlemi, çifte su verme tekniği, zeytin yağı ve  petrol yağı ile su verme işlemi ayrıca kurşunlu su verme işlemi idi.
Yatağanların yapımında farklı olarak kullanılan bir teknik de demiri yapıştırma tekniğidir. Güherçile denilen bir madde bu işlemde kullanılmakta idi. Bu madde Denizli’nin Sarayköy İlçesi’nin Sığama Kasabası’ndan ve Manisa Alaşehir’den Yatağan’a getirilmekteydi. Bu madde kızgın halde bulunan Yatağan’ın üzerine serpilerek dövülmek suretiyle yapılıyordu. Bu işlemde hem Yatağan sertleşiyor hem de daha sonra oluşabilecek paslanma geciktirilebiliyordu.
Yatağan hakkında bilinen başka bir hususta, belirttiğimiz gibi kurşunla su verme işlemidir. Bu işlemin bütün Yatağanların üzerinde uygulanıp uygulanmadığını bilemiyoruz.
1980’li yıllarda Dr. Samim Şişmanoğlu adında bir araştırmacı Avusturya-Viyana Müzesi’nde görüp etkilendiği Yatağanların kurşunda ısıtılıp sulandığını duymuş ve bu nedenle bu işi incelemek maksadıyla Yatağan’a gelmiştir. Yatağandaki ustaların da yardımıyla bu su verme tekniğini incelemişlerdir. Kurşun içerisinde çeliği ısıtarak su verme işlemi yapılmış ve başarılı olunmuştur. Eriyik kurşun sulamada termostat görevi yapmış ısının tüm çeliğe yayılmasını engellemiştir. Sulamadan sonra aynı eski Yatağanlar gibi ağız kısmının süper çelik, sırt kısmının ise yumuşak kaldığını görmüşlerdir. Bu deneyde de görüldüğü üzere Yatağan belki de eskiden tamamen  böyle üretilmiştir. Tabiki bunu kılıçlara bakarak bilemeyiz. Bu tekniğin unutulmasına rağmen zamanında kullanıldığını söyleyebiliriz.
Yatağan’ın namlu kısmının nasıl yapıldığını anlattıktan sonra kabza kısmının yapımına geçebiliriz.
Yatağanların kabza formları da klasik kılıçlardan farklıdır. Kabza tepeliği iki simetrik parçaya ayrılmıştır ki bunlara kulak  adı verilmektedir. Yatağanlarda, kılıçtan ayrı olarak kabza yapılır sonra namlu ile birleştirilir ve kılıcın temel yapısı tamamlanmış olurdu. Genç devir Yatağanlarda kabza ayrı takılmayarak yekpare şekilde üretilmiştir. Ayrıca farklı olarak Yatağanlarda siperlik (balçak) bulunmaz.


d)Özellikleri ve Süslemesi

Türk kılıcının geleneksel ve temel formu hafifçe eğri olmasıdır. Yatağan’ın içe doğru hafif eğimini de bu gelenek içinde değerlendirmek gerekiyor. Öyleki Yatağanlar bu özelliğinden dolayı batıda Türk kılıcı olarak bilinmektedir. Bir Yatağan’ın tutuşunda bileğin rahat hareket etmesi temel ilke sayılıyordu. Bu açıdan Yatağanları incelediğimizde kemik ya da fildişi kabzanın kabaca “Y” harfine benzediği, el ve bileğin birleşme noktalarının dayandığı yerin çift başlı biçimde yapıldığı görülmektedir. Bundan amaç ileri doğru kılıcı savurarak yapılan bir saldırıda kılıcın elden uçmasını önlemektir. Dediğimiz gibi kabzada elin korunmasını sağlayan bir siperlik bulunmuyordu. Koruma, silahı kullananın hünerine bırakılmıştı.
Yatağan’ı özellikle yeniçeriler, leventler ve zeybekler kullanmışlardır. Yatağan’ın diğer bir adı da bilindiği gibi Zeybek Bıçağı’dır. Zamanla siviller de bu kılıcı savunma aracı olarak kullanmaktan ve taşımaktan zevk almışlardır. Yeniçerilerin en çok severek yaptıkları idman, orta kalınlıkta bir ağaca keçe sarmak suretiyle Yatağan çalmaktı. Bu kılıcı kullanmasını iyi bilen ve güçlü olan yeniçeriler bu ağacı kesiyorlardı.
Yatağan Kılıçları hakkında en ilginç olanı ise bu silahların ilk yapıldıkları keskinliklerini korumalarıdır. Yatağan dünyadaki tek ustura özelliğine sahip silah olarak kabul edilmektedir. Ünlü Katana Kılıcı’ndan bile daha iyi olduğu söylenmektedir. Kısa olmaları sebebiyle hafif olup kolayca taşınabilirler.
Yatağanlar normal kılıçlardan daha kalındırlar ve bu kalınlık namlu sırtından ağırlık yaparak darbe tesirini arttırmaktadır. Yatağan kullanan  askerler Yatağan‘ın çok keskin olmasından dolayı çarpışmalarda belirli kurallar getirmişlerdir. Eğer yiğit karşısında muharebe ettiği kişi  zayıfsa Yatağan’ın ağzı ile savaşmaz sırtıyla müdahale ederdi. Bu nedenle savaşlarda ölü değil yaralı sayısı daha fazla olurdu. Bu da Türk askerinin niyetinin kan dökmek olmadığının bir göstergesidir.
Yatağanların ağzı (yalımı) içe dönük olduğundan dolayı savurarak kullanılmaz, bir tırpan gibi çekilerek kullanılırdı. Yatağanların kabza kısımları pek çok teknik kullanılarak yapılmıştır. Bazen kabza zırhı altın tombaklı bakırdan yapılıp, mercan vb. kıymetli taşlarla bezendiği gibi tamamen gümüşten yapılan kabzalar da kıymetli taşlarla bezenmiştir. Daha çok kullanılan süsleme sanatı ise mercan tezyinattır.
 Kabza zamanla küçülmüş beton, savatlı, gümüş veya boynuzdan yapılır olmuştur. Özellikle boynuzdan yapılan kabzaların alt siperleri çok geniş yapılmıştır. Bu bakımdan Aydın, Ödemiş gibi yerlerde Yatağan’a “Kulaklı” ismi takılmıştır.
   Yatağan kabzalarında kullanılan malzemeler bir süre sonra ele zarar veriyordu. Bunu önlemek için genelde boynuz ve fildişi kullanılmıştır. Fildişi pahalı olmasından dolayı genelde varlıklı kimseler tarafından kullanılmıştır. Fildişinin özelliği ise belli bir sertliği olmasına karşın son derece esnek olmasıdır. Bu da ele yumuşak geldiğinden kullanımı çok rahatlatıyordu. Fildişinden sonra bu özelliklere en yakın olan boynuz ve ahşaptır.  
Yatağan’ın namlusunun bezemesinde ise kabartma, kakma ve telkari teknikleri kullanılmıştır. Süslemelerinde Rumi, Palmet, Şemse,  Mühr-ü Süleyman, Saadet Düğümü motifleri, Kur’an-ı Kerim’den ayetlerin yanında güzel beyitler, sihir ve büyü sembolleri, ejderha motifleri kullanılmıştır.
Ashab-ı Kehf’in isimler de genellikle dekoratif kartuşlarla çerçevelendirilerek belirtilmiş süslemelerde Salbek ve bitkisel motiflerde kullanılmıştır.
Yatağanlar üzerinde gümüş ya da altın kakma tekniğini uygulamak için motif ve yazılar önce çelik gövde üzerine kazınır, oyulan yerlere eriyik haldeki gümüş ve altın doldurulur sonra tesviye edilirdi. Gümüş sıvamada ise haddelenmiş ince tel gövde üzerine kazınmış olan yerlere uygun tekniklerle yapıştırılır, takılırdı. Yatağanlarda genelde bu teknikler kullanılmıştır.
Kınların yapımında ise genellikle ahşap kullanılırdı. Üzerleri deri, kadife, gümüş, baton veya madenlerle kaplanırdı. Yatağanların kını üç parçadan oluşmaktadır.  Bunlar:
a)   Kın Ağzı
b)   Bilezik
c)   Pabuç veya Çamurluk’tur.

Yatağan’ın çok kullanıldığı ve seri üretiminin yapıldığı yıllarda kılıcın aksamı işinde  ihtisaslaşmış değişik ustalar bulunmaktaydı. Bunlar ayrı işlerde çalışırlardı. Çeliği yapan usta ayrı, kabzayı ve bezemeyi yapan usta ayrıydı. Gümüş baston ve deri kınları yapan ustalar da ayrıydı. Gümüş kakma, telkari ve taneleme teknikleri ile nefis Yatağan kınları yapılmış bunlarda sahibinin ekonomik durumuna göre çeşitli taşlarla bezenmiştir. Kınların pabucu genellikle ejderha başı şeklinde süslenmiştir. Bazı kınlar komple gümüş olduğu gibi büyük çoğunluğu  iki veya üç parçalıdır. Parçaların arasındaki boşluklar kadife veya deriyle kaplanmıştır.
Yatağanların üzerindeki yazıları ise iki kısımda incelemek mümkündür.
1.   Kısımda:
a)   Kılıç gövdesi üzerine çelik sıcakken basılmış, çelik gövdeyi yapan ustanın ismi veya mahlası.
b)   Kabzayı ve süslemeleri yapan ustanın, gümüş veya altın ile ismi yazılmış ya da kazıma ile belirtilmiştir.
Yatağanların yapılış tarihini ve sahibini belirleyen yazılar da bulunmaktadır.
Ayrıca;
a)   Düşmana mesaj veren yazılar
b)   Ayet ve hadisler
c)   Dua ve temenniler
d)   Kibar-ı kelamlar vb. bulunmaktadır

Yatağan’ın yapımından süslenmesine kadar geçirdiği evreleri anlatmış olmamıza rağmen maddeler halinde toparlayacak olursak;
a)   Demir külçesine dövülerek şekil verilmesi,
b)   Demirin sertleştirilmesi,
c)   Demirin çelikleştirilmesi,
d)   Ağzının kösele ile açılması yüzeyinin aşkı ile parlatılması,
e)   Kabzanın yapılıp monte edilmesi,
f)   Namlunun ve kabzanın süslenmesi,
g)   Kınının yapılıp süslenmesi,

Bu sıraladığımız aşmalardan sonra Yatağan kullanıma  hazır hale gelmektedir.

Veysel AYTİN Selçuk Ünv.İlahiyat Fak. Türk İslam Sanat Tarihi Mezuniyet tezinden 2006

Sefa Çabuk:
Öncelikle hoşgeldiniz,
Yazılarınızın hepsini okudum, sormak istediğim bir kaç şey var. Bu yazdıklarınızı sadece "Veysel AYTİN Selçuk Ünv.İlahiyat Fak. Türk İslam Sanat Tarihi Mezuniyet tezinden 2009" adlı kaynaktan mı alıp yazdınız, ve söz konusu bu tez hangi bilimsel temel dayanıyor merak ettim. Tarih benim alanım değil bu konuda yorum yapmam doğru olmaz ama özellikle demir ve çelik konusunda ciddi anlamda yanlış açıklamalar var ve bilimsel olmayan sadece "efsane " temelli, örnek vermek gerekirse yatağan kılıçlara su verme tekniği, böyle bir şey olanaksız ve buraya yazılmasını bile yanlış buluyorum, lütfen birşeyler yazarken efsane ve söylenceleri vurguyla belirterek yazın ki insanlar bilgi karmaşasına düşmesin, çünkü burası bir forum ve açık, herkes burayı okuyabiliyor. saygılarımla

Kayahan Horoz:
Arkadaşlar, Veysel Bey forumumuza kaydolurken soyadıyla ilgili bir sorun yaşamış ve takma soyadı kullanmış, yani mesajlarında alıntı yaptığı tez kendisine ait.

Soyadında gereken düzeltmeyi hemen yapacağız.  Bu arada, Veysel Bey tezinin bazı bölümlerini bizim forumumuzda yayınlamakla, bizlere bu bölümleri eleştirme fırsatı vermiş oldu.  Yatağanlarla ilgili olan ve Sefa Bey'in de yazdığı gibi, ciddi hatalar içeren bu bölümlere ilişkin yazacaklarımızın, halk arasında yanlış bilinen bazı konularda doğruların anlatılmasına vesile olacağını ümit edelim.

Fazla detaya girmeden ve salt bir başlangıç olması amacıyla ben bir-iki satır yazacağım:

- "Yatağan palası" tarihsel kaynaklarda yer almayan bir ifadedir.  Esasen, "yatağan" ve "pala" iki ayrı kesici silahtır.  Kaynaklarda yaygın olarak "yatağan bıçağı" ifadesine rastlanır.  Prof. Uzunçarşılı, yeniçeriler arasında bu silaha "varsak" da denildiğini yazmıştır.

- Yatağanın kökeniyle ilgili olarak önceki Memlük ve daha sonraki İran değinmeleri de, Nepal'deki kukrilerin "Asya kökenli Türk silahı yatağandan örnek alınarak yapıldığı" iddiası da aynı derecede dayanaktan yoksun ve gerçeklikten uzaktır.

- Lütfen alınmayın ama, teziniz yer yer bilimselliği tamamen terkedip söylenceye yönelmiş:  "Yatağan dünyadaki tek ustura özelliğine sahip silah olarak kabul edilmektedir. Ünlü Katana kılıcından bile daha iyi olduğu söylenmektedir." ..... "Eğer yiğit karşısında muharebe ettiği kişi zayıfsa yatağanın ağzı ile savaşmaz sırtıyla müdahale ederdi. Bu nedenle savaşlarda ölü değil yaralı sayısı daha fazla olurdu."  Umarım siz bunlara inanmıyorsunuzdur Veysel Bey...   ;D

Sancar Özer:
"Kılıç tersi göstermek", "kılıç tersiyle dövmek" deyim haline gelmiş ve yakın zamana kadar kullanılan ifadlerdir. Rakiplerin birbirini kızdırmak için "benim kılıcımın ağzı sadece erkek kısmının kanını içer, sana kılıcımın tersi yeter" diye laf atmaları destanlarda görülür; tabi bu folklorik bir durum harp tarihi açısından bir geçerliliği  pek bulunmuyor. ;)

İçbükey ağızlı kesici silahlar dünyanın birçok yerindeki kültürlerde koşut gelişim modeline uygun biçimde ortaya çıkmıştır. İlla birbirileriyle ilişkili olmaları gerekmez. Aslında temelde tüm bu silahların (yatağan, kukri, falcata v.s.) temelde orak, nacak gibi tarım aletleri kökenli olduğunu düşünüyorum.

Navigasyon

[0] Mesajlar

[#] Sonraki Sayfa

Tam sürüme git