Osmanlı Kılıç Talimleri  (48780 defa okundu)

Kayahan Horoz

  • Moderatör
  • Üye
  • *****
  • İleti: 228
Osmanlı Kılıç Talimleri
« : 10 Eylül 2008, 21:49:24 »
Bugüne kadar sitemize ulaşan mesajlardan anlaşıldığı kadarıyla, en çok merak edilen konulardan biri, Osmanlılar'daki kılıç talim ve teknikleri.

Yıllardır araştırmama rağmen, Osmanlı kılıç talimleriyle ilgili birincil bir kaynağa henüz ulaşamadım.  Aralarında Prof. İ. Hakkı Uzunçarşılı'nın da bulunduğu bazı tarihçiler eserlerinde "bir zamanlar yeniçerilere kılıç talimi yaptırıldığını" yazmalarına rağmen, bunun detayları hakkında hiçbir bilgi aktarmıyor ve daha da önemlisi, hiçbir kaynak referansı vermiyorlar.  Özellikle seyahatname tarzı eserlerde, daha ziyade bir gözlem olarak aktarılan "keçeye kılıç çalmak" hakkında bile detaylı bilgi sahibi değiliz.

Türk kılıç tekniklerinin günümüze taşınamamasının bence en önemli sebebi, bizde Uzak Doğu'daki gibi "okul" sisteminin de, Avrupa'daki gibi "tekniği yazıya dökme" alışkanlığının da olmayışı.  Muhtemelen yeniçerilerin eğitimlerinin bir parçası olarak kılıç teknikleri vardı, ancak bildiğiniz gibi 1826'daki kıyımın ardından yeniçerilere dair ne varsa yok edildi, hatta Türk kılıcının ordudaki kullanımına bile son verildi.  Yine de, bugüne kadar konu ile ilgili kapsamlı bir araştırma yapılmamış olması beni bir parça da olsa ümitlendiriyor.  Belki henüz incelenememiş binlerce-onbinlerce Osmanlıca arşiv vesikası arasında bu konuya da ışık tutacak bilgiler bulunabilir.
 
Öte yandan, Türk kılıcının kendine özgü formu göz önüne alındığında, bence hermenötik bir yaklaşım bugün bu teknikleri yeniden keşfetmemizi sağlayabilir.  Ama bunun için de birçok farklı uzmanlığı bir araya getiren, çok ciddi ve bilimsel çalışmaların yapılması gerekir.

Esasen Cebehane'nin ileriye dönük hedeflerinden birini de bu konu oluşturuyor.  Yine de, bence biz işe elimizdekini ortaya koymakla başlayalım; bu konu hakkında herhangi bir kaynak bilgisine sahip olan var mı?

Ali Fuat Uzun

  • Üye
  • *
  • İleti: 36
Ynt: Osmanlı Kılıç Talimleri
« Yanıtla #1 : 11 Eylül 2008, 18:01:50 »
Fakat yeniçerilerin savaş tekniklerinin ortaya çıkması ancak yatağan dövüş tekniklerinin ortaya çıkmasına yararı olabilir. Zira bildiğim kadarıyla küçük bir zümreyi teşkil eden zırhlı neferler haricinde kılıç kullanan yeniçeriler yoktu. En azında ocakta disiplin bozulmazdan önce. Zaten yeniçerinin birincil silahı olan ok - yayın(sonra) kullanımı hakkındaki bilgiler bile bu denli azken geri kalanının bulunması oldukça zor olsa gerek. Samuraylardaki gibi en azında küçük bir zümresi hayatta kalabilseydi, bırakılabilseydi. Ve tekkelerin kapatılmasındanda etkilenmeden kurtulabilseydi dahi şu anda bu tip talimleri hala yapmaktan ziyade, bir takım, dedeleriyle övünen zümreden başka birşey kalabileceğini de hiç sanmıyorum. Zaten yeniçeri şavaşlara bile katılmayan bir güruha dönüşmüştü o zamanda bu bakımdan yeniçeri ocağının kaldırılmasının yapılış biçimi ve zamanın tersliği dışında eleştirilecek bir tarafı olduğunu sanmıyorum. Ben şahsen II. Mahmud han zamanındaki yeniçerilerin de ne kadar şavaş sanatına vakıf oldukları konusunda ciddi şüpheler sahibiyim.
Biz açıkçası kültürel değerlerimizi koruma geleneğine sahip bir millet değiliz. Mesela cumhuriyet zamanına kadar düzenli olarak yapılan okçuluk ta bile II. Mahmuda kadar 4 prensibin içinde ulaşabilen prensip menzil okçuluğudur sadece. Yani modernleşmeden önce de biz bir takım gelenekleri kaybetmedeydik. Modernleşme sürecinin birden böyle bir kültürel erozyona sebep olmasınında nedeninin bu olabileceğini düşünüyorum . Mesela o yıllarda(II. Mahmud veya III Selim önces,) yapılan matrak gibi sporlardan kalmışmıdır.Bursada yapılan kılıçkalkan oyunu orta asyaya dayandığı düşünülen kılıç kalkan oyununun atası olduğu bir oyun olsa gerek ama artık sadece bir halk oyununa dönüşmüş durumda. Zira bu tür sanatların batıda ve uzak doğuda hayatta kalmasının nedeni düzenli yapılan bir spor olmalarından kaynaklanıyor olmalıdır. Feodal askerler olan ve bu geleneği babadan oğula geçme yoluyla devam ettiren sipahiler ki belkide kılıç konusunda en fazla bilgiye sahip olabilecek kişilerdirler, dahi yaşasa ben isminden başka sipahilikle alakası kalmayan bir zümre olacağını düşünüyorum şimdiye kadar.  Belki çok kötümserim ama etrafımızda, yaşadığımız yerde gördüğümüz herşey bunu gösteriyor.
Bu tekniklerin ortaya çıkabilmesi için ancak milyonları deviren eşsiz osmanlı arşivlerindeki el yazmaları içinde çok büyük bir çalışma yapılması gerekiyor. Bu atalarının yazılarını bırakın okumayı anlayamayan bir toplumun yapabileceği bir iş olduğunu sanmıyorum. Belki ilerde osmanlıcanın zorunlu bir ders olduğu bilinçli bir nesilin yapacağı bir iş olacaktır. İlber Ortaylı Hoca'nın İstanbul'un bu durumunun düzelmesi için şu an ne yapılabilir sorusuna verdiği yanıt gibi bilinçli bir nesil yetişene kadar bu eserlerin korunması cevabı verilebileceğini düşünüyorum. Zira bilirsiniz Mimar Sinanın eserlerini yıkan bir zihniyetten buraya kadar yine iyi gelmişiz. Lafı çok uzattım kusuruma bakmayın bir yanlışım varsa affınıza sığınıyorum.
« Son Düzenleme: 18 Ekim 2008, 12:51:10 Gönderen: Ali Fuat Uzun »

Sancar Özer

  • Üye
  • *
  • İleti: 825
Ynt: Osmanlı Kılıç Talimleri
« Yanıtla #2 : 11 Eylül 2008, 19:02:57 »
Osmanlı ordusu, türk silah sanatı veya savaşçılığı konusunda yapılan genel tartışmalarda maalesef sıksık çok öenmli bir husus gözden kaçırılıyor. Bu da yeniçerilerin osmanlı ordusunun yekününü temsil eden bir unsur olmadığı gerçeği. Aslında osmanlı ordusunun %80ini oluşturan asli unsur olan Tımarlı Sipahiler maalesef spotlarını sadece payitahta çevirmiş buunan tarihçilerin ve tarihseverlerin gözünden kaçmaktadır. Yeniçeriler ve genel olarak kapıkulları hassa ve muhafız ordusu olarak nadiren savaşa giren, savaştığı zaman da görevi padişahı korumaktan ibaret olan birliklerdir. Klasik dönem boyunca asıl savaş görevini ifa eden ise her zaman tımarlı sipahiler olmuştur. Ki tımarlı sipahilerin geçmişi osmanlıdan da çok geriye gider. Bizzat Ertuğrul Gazi'nin bir Selçuklu tımarlı sipahisiolduğunu söylemek bir fikir verecektir. T.Sipahiler Milattan önceki yüzyıllarda oluşmuş, bozkır kültürünün atlı göçebe şavaşçı tipi olarak tarif edilen "alp" ve/veya "batur" tipinin Klasik Osmanl ıdöçneminde ifade bulmuş halidir denilebilir. bu yüzden osmanlı ve genel türk tarihindeki harp sanatı araştırılacaksa bunun odağındaki savaşçı prototipi tımarlı sipahiler ve onların son aşaması oldukları "alp" tipi olmalıdır.

Türk harp sanatı, türk silahşörlüğü konusunda bir gizem olduğu mahakkak. lakin bu durumun kaynağının zamanında kurumsallaşmış bir türk kılıç sanatı teisi edilememesinden değil, günümüzde kültürümüzün pekçok öğesi gibi kesintiye uğramışolmasındankaynaklandığını zannediyorum. başka bir kültür öğesinden örnekleme yapmak gerekirse türklerin Prototürk duvar resimlerinden beri kesintisiz gelen bir tasvir sanatı gelenkleri vardır. pekçok şaheser yaratmış, ekoller, üsluplar oluşturmuş, dünya resim sanatını pekçok yönden etkilemiş bir sanattır bu. lakin 18.yy.dan sonra öyle bir şekilde ytokolmuş veya yokedilmiştir ki 1960lara kadar nasıl öğretildiği, teknikleri, ekolleri v.s. gibi konularda hiçbirşey kalmamıştı. o zaman yaşayan biri bizim şimdi kılıç sanatına bakıp düşündüğümüz gibi bir gizem görebilir, acaba hiç ekolleşmediler mi, hiç sistemleşmedi mi diyebilirdi. lakin tek bir araştırmacının Prof.Dr.Süheyl Ünver'in ömrünü vakfederek yaptığı araştırma ve öğretim faaliyeti sonucu bu sanat tüm ekolleri, üslupları ve eğitim yöntemleri ile muhteşem şekilde dirilmiş ve yeniden doğmuştur. günümüzde bir çok üniversitede, özel öğretim kurumunda öğretilmekte ve binlerce nakkaş,muzahhip ve musavvir yetişmektedir.

bu gibi örneklerden yola çıkarak binyıllara varan ve dünyaharp tarihini ve sanatını derin şekilde etkilemiş olan türk harp sanatı ve geleneğinin sistemleşmede veya kayda geçmede bir eksiği olduğuından değil, günümüzde bu kaynaklara ulaşmadaki bizim eksikliğimizden kaynaklananan bir durumun sözkonusu olduğunu düşünmemeiz daha makuldur. yani osmanlı arşivlerinde Fiore del Liberi veya Miyomoto Musashi'nin eserlerine taşçıkaracak yüzlerce, binerce kılıç usulu ciltleri olmadığını bilemeyiz pekala da muhtemeldir lakin bunların bulunması araştırılması çevrilemesi ve metodolojisinin uygulamalı olarak denenerek tatbiki lazımdır. bu noktada kılıçseverlerin böyle bir forumda ilk kez toplanmış olmasının büyük fayd sağlayacağına inanıyorum. Avrupa ve Amerika çapında bernzer bir çalışmayı çokbaşarılı olarak sürdüren HEMA ve SCA gruplarının temelleri de ilk kez bu şekilde atılmıştır. bizdeki kemankeş organizasyonu da bir diğer güzel örnek. kılıç sanatından çok daha önce tarih sahnesinden çekilen türk okçuluğu aslına uygun diriltilebiliyorsa bu kılıç sanatı için de ümitvar olmamızı sağıyor.

Somut bilgi olarak en malum şekilde bilinen harp sanatı yazması MAtrakçı lakaplıNasuh es Silahi Reis'in meşhur Tuhfet'ul Guzat adlı eseri. hem yazıldığı dönem, hem yazarın kimliği açısından çok çok hayacan verici ve birçok bilgi vereceğine şüphe yok. Lakin maalesef halen çevrilmiş değil. Yine de İ.Ü. Tarih Bölümü öğretim üyelerinden Doç. Dr. Mustafa Kaçar tarafından çevirlmesi çalışmasının yapıldığını haber almış bulunuyorum. umarım yakında neşrolunur. bu risale dışında daha birçok gizli hazinenin bizi osmanl ıarşivlerinde ve kütüphanelerinde beklediğine de şüphem yok.
"Hoşça bak zatına ki zübde-i alemsin sen
 Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen "

Şeyh Galip

Ali Fuat Uzun

  • Üye
  • *
  • İleti: 36
Ynt: Osmanlı Kılıç Talimleri
« Yanıtla #3 : 11 Eylül 2008, 21:30:24 »
Elbette sipahiler özellikle klasik dönemde ordunun büyük bölümünü oluşturuyordu. Kanuni zamanında 80000 civarı anadolu 70000 civarı rumeli sipahisi olmakla birlikte150000 civarında olduğu sanılıyor yen,çeri sayısı ise o dönemde sadece 12000dir. Mesele şu ki türk savaş sanatıyla ilgili bilgi toplanabilecek en önemli kaynak kapukulu ocağıdır. Çünkü ancak kapukulu ocağı askerleri devlet tarafından sistematik şekilde eğitilmektedir. Tımarlı sipahi feodal bir süvardir ve genellikle babadan oğla geçen usta çırak ilişkisine dayanan bir sitemle harp sanatını öğrenirler. Süvari teknikleri çalışırlar genellikle ve % 70 e varan bir bölümü aynı zamanda atlı okçudur. Böyle çok zor bir sanatı modern zamanlarda japonlar gibi koruyabilmek türkmenler için mümkün değildir çünkü okuma yazma geleneği yoktur, bilen bir sipahiye rastlamak bile oldukça zordur üstelik zeamet sahibi üst düzey bir subay bile olsa. Bu kişilerden kitap yazmasını beklemek zor olur. Bu kadar zor bir teknik modern ordularda karşı etkisi olmadığından muhafaza edilemez Bunun için devletin işe el atması lazım ki o zaman için beklenen bir davranış değildir. Demem o ki tımarlı sipahiler daha modernleşmeye varamadan yok olmuş bir sitemdir. Daha 17. yüzyılda zırhlı süvarinin devrinin geçtiği düşünülerek sayıları 40000 lere kadar düşürülmüştür. Zaten bu zamandan sonra yeniçeri osmanlı ordusunun temel askeri haline gelmiştir. Kalitesi düşmekle birlikte sayısı çok artmıştır.

Yeniçeri ve kapukulu askerlerinin savaşa katılmasına gelince sipahilerle birlikte her zaman en etkin rolu oynayan sınıftır zaten bütün topçu humbaracı zamanın teknolojik silahlarını kullanan askerler kapukulu ocaklarına bağlıdır. Savaşa müdahele etmemeleri düşünülemez. Hele ki osmanlı tarihinde bir savaş olsun ki yeniçeriler içinde bir rol oynamamış olsun mümkün değil. Sadece altı bölük halkı savaşta ordunun üstünlüğü erkenden sağlanmışsa savaşa dahil olmaz. Kuşatmalarda zaten avrupanın en şöhretli askeridir. Alınamaz denen kalelerin alınmasında en etkin rolü oynamışlardır. Şunu bilirsiniz Varna savaşında ki yenilseydik daha o zamandan balkanlardan atılmıştık. Sağ ve sol kanatları( sipahilerden müteşekkildir) bozulan ordumuz topyekün merkeze yapılan saldırıda yeniçerilerin muhteşem savunması sonucunda haçlıların tamamına yakınını katledilmesiyle sonuçlanmıştır ki  yeniçerinin o zamanki toplam sayısı 4000 civarında olmalıdır.

Sancar Özer

  • Üye
  • *
  • İleti: 825
Ynt: Osmanlı Kılıç Talimleri
« Yanıtla #4 : 11 Eylül 2008, 23:47:21 »
Tımarlı sipahilerin harp sanatının sistemli olmadığı yahut muhafaza edilemediği kanısı kanıtlı değildir. Sadece bir tahmindir. Şu an elimizde ne kapıkulu ne tımarlı askerlerin bu konuda ne kadar sistemleştikleri yahut eser bıraktıkları konusunda menfi müspet bir delil sahibi değiliz. Ayrıca türk tarihindeki çoğu çok güçlü kültürel geleneklerin ve sistemlerin usta-çırak ve babadan oğula geçme yöntemiyle devam ettikleri de malum. Nitekim örnek verdiğiniz japonların da harp sanatları babadan oğula ve usta çırak silsilesi içinde devam etmiştir ve etmektedir. Ayrıca tımarlı sipahilerin klasik çağda sadece orduyu değil tüm taşra bürokrasisini ve aristokrasisini oluşturduklarını da not etmeliyiz. bu kişileri cahil askerler saymak doğru olmaz. Ayrıca tımarlı sipahilerin eser vermelerinin çok zor olduğuna da katılmıyorum. Zira başka konularda değerli eser veren birçok sipahi bulunmaktadır. bunun ilk akla gelen örneği meşhur tarihçi Aşık paşa'dır.

Yeniçeri-Tımarlı Sipahi kıyasına bakarsak kapıkullarının asıl etkisinin savaştadeğil merkezi bürokrasi ve siyasette olduğunu görürüz. savaşta etkileri humbaracı topçu gibi teknik destek sınıflarındadır. Klasik çağ savaşlarının ana unsuru olan göğüs göğüse mücadeledeasıl işlev Tımarlı sipahinindir ve bu durum aslında dünya harp tarihinde de Napolyon savaşlarına kadar çok az değişmiştir.

Bozulma ve ortadan kaldırılma mevzusuna girer isek tımarlı sipahilerin ortadan kalkmasının yeniçerilerin kaldırılması ile aynı tarihe rastladığını görürüz. hakiki olarak modernleşme ile başedemeyen ve yokolan yeniçerilerden farklı olarak tımarlı sipahiler hiç direnmeden haklarından vazgeçmiş ve büyük bölümü sonradan kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusuna katılarak bu ordunun temelini ve çekirdeğini teşkil etmişlerdir.

tabii asıl konu türk harp sanatı olduğundan şu şekilde kanaatlerimi bağlayabilirim. Türk harp sanatının sosyal evriminde ortaya çıkan temel savaşçı arketipi "alp" tipidir. Bu tipin ulaştığı zirve Osmanlıklasik çağındaki Tımarlı Sipahi tipidir aynı feodal japonya'da samuray veya Ortaçağ avrupasında şövalye tipinin olduğu gibi. dolayısı ile türk silahşörlüğü ve harp sanatı araştırmalarında kıyaslanacak, mihanek alınacak subje bu tiptir. türkçesi elbisenin provasının bu mankenin üzerinde yapılması gerekir.Altını çizmek istediğim nokta budur.  yoksa bulunacak kaynak bir kapıkulu, bir sipahi veya bir derviş tarafından yazılmış olması mesele değildir.  zaten teknik olarak büyük farklar olacağını da tahmin etmiyorum. zira türk harp sanatının tarihi osmanlıdançok çok önceye dayanmaktadır ve bu sanatı ilk çağlardan itibaren yaratan ve uygulayanlar da "alp" tipinin örnekleri olduğu şüphesizdir.
"Hoşça bak zatına ki zübde-i alemsin sen
 Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen "

Şeyh Galip

Ali Fuat Uzun

  • Üye
  • *
  • İleti: 36
Ynt: Osmanlı Kılıç Talimleri
« Yanıtla #5 : 12 Eylül 2008, 02:03:13 »
Dediğiniz gibi bu konularda kesin kanıtlanmış hiçbirşey yok. Heleki tımarlı sipahiler hakkında birşeyler bulabilmek oldukça zor.Tımarlı sipahinin ordu modernleşmesi öncesi ortadan kalktığını kabul ediyorum. Yani vaka-i hayriyeden sonrası. Sonrasında dediğiniz gibi bazıları yeni orduya katıldı bazılarıda bulundukları şehirlerde zaptiyelere katıldı . Ama sayıları hele ki yeniçerilerle karşılaştırıldığında çok azdı  ve acaba bu askerler 16. asır tımarlı sipahileri miydi tartışmalı bir mesele. Şuradan yola çıkarak yorumladığımda bana o sipahiler olmadığını düşündürüyor: Malumunuz II. Mahmud da III. Selim de menzil taşları olan kemankeşlerdir. Onların zamanında popüler bir şekilde yapılan okçuluk prensibi sadece menzil atışıydı zaten. Ama bir zamanlar en popüler olan kabak atışları artık tamamen bitmişti. Tımarlı sipahiler ki birincil silahları çoğunlukla yaydı, bu işin en büyük üstadları olması gereken sınıfın en azından bu sporu canlı tutması gerekirdi. Zaten tımarlıların gözden düşmesi tüfekçi ağır piyade zümresinin avrupada gelişmeye başlamasıyla olmuştur.(Tabi amerikadaki tarım arazilerinin değerlendirilmesi sonucu tarım ürünlerinin yarı yarıya değer kaybetmesi bu yüzden paralarını toprektan kazanan sipahilerin ayaklanmasından sonra onlardan bu kadar çabuk nasıl vazgeçildiğini gösteriyor) Ve Ingiliz elçisi Busbecq in anlatımına göre misketlerde silahlandırılan türkmen süvarileri tüfek silahına alışamamış yaylarını geri istemişlerdir.Tabi o zamanlar karabina süvari misketleri yoktu. Sipahilerin etkinliklerinin ortadan kalkması zaten bu değişimi yaparak onları karabinalarla silahlandırarak karakol taktiği yapmak yerine onların artık iş görmeyeceğini zamanının geçtiğini düşünerek sayılarını çok azaltan devletin sebep oluduğu bir mesele. Ama şu bir gerçek ki duraklama döneminde sipahilerin sayısı çok azaltıldı.Devletin altığı ekonomik bir önlemdir aslında. Bu yüzden olsa gerek bir daha meydan savaşlarında üstünlüğü yakalayamadık. Geleneksel taktiklerin iflas etmesine yol açtı.
1789 tarihli bir alman askeri jurnalinde avrupanın en ala süvarisinin osmanlı süvarisi olduğunu yazdığını biliyoruz.Ama bu süvari benim kanaatimc feodal süvarilerin sayısı azalmaya başlamasıyla çoğalmaya başlayan altı bölük halkı dediğimiz kapukulu süvarileridir. Zira her zaman şöhretli bir süvari sınıfı olmuşlardır.

Japonlarla, samuraylık da sipahilik de usta çırak ilişkisine dayanmasının yanında bizim şöyle farklarımız var birincisi bizim insanımız yazılı değil sözlü geleneğe sahiptir ben kimseye cahil demiyorum ama gerçekten de o zamanlarda okuma yazma oranı halk arasında çok düşük. Osmanlı tarihinin en büyük sadrazamlarından köprülü mehmed paşanın dahi ümmi olduğu söylenir. Bu onun değerini düşürmez elbette ne de onu cahil yapar. Ama 18. yüzyılda dünyada okuma yazma oranının en çok olduğu ülkenin japonya olduğu söyleniyor. Sadece kadınlarda %30 dur bu oran. Ve gerçekten de bir çok savaş sanatı ustasının yazdığı eserler mevcuttur. Bizde ise bu tip yazım işlerini devlette memuriyeti olan insanlar yapar genellikle. En azından onların yazdıkları kopya edilebilir.(Zaten aşıkpaşazade de bildiğim kadarıyla çoğu vak'anüvislerde olduğu gibi  devletin memurudur. İlmiye sınıfından bir kimsedir. Sipahi olduğunu bilmiyordum ama medrese tahsilini yapmış birisidir.Merzifonlu kara mustafa paşa da zaten bir sipahinin oğludur). Bu yüzden ben kapukulu tekniklerine ulaşmanın daha kolay olacağını düşünüyorum. Zaten bu ocak askerlerinin eğitimi geleneksel yöntemlerin derlenip toparlanmasıyla sistemlştirilmiş daha sağlıklı olabileceğini düşünüyorum.İkincisi ise japonlar modernleşmeyle tanıştıklarında zaten avrupanın çok gerisinde kalmışlardı ve müthiş bir direniş gösterdiler. Biz de ise bizim avrupanın gerisinde kaldığımızı anlamamız 18. asır sonlarında oldu ve pek bir direniş gösterildiği de söylenemez. Osmanlı ordusu gelişime açık kendini geliştiren bir ordudur.

Ben, ilk yazımda belirttiğim gibi bu sorunun ana kaynağının bizim geleneklerini koruma geleneğine sahip olmayan bir millet olmamıza (belki de göçebe kökenli molmamız nedeniyle) bağlıyorum.

Kapukulu Tımarlı kıyaslamasına gelince, ben birçok meydan savaşını çeşitli kaynaklardan araştırmışımıdr. Şu ana kadar yeniçerinin olumlu yada olumsuz etkisinin olmadığı hiçbir savaşın bilgisine rastlamış değilim. Sizin kastettiğiniz galiba enderun sınıfıdır.Veya galiba kapukulu askerinin sayasının çok az olduğu kuruluş dönemini kasdediyorsunuz.Kapukulu askerleri kesinlikle sadece teknik destek sağlayan bir birim değildir.  Bilakis muharip askerleri daha fazla şöhrete sahiptir. Yeniçeri kuruluş döneminde(ki yükselme ile birlikte en iyi olduğu zamandır) avrupanın bütün şöhretli sövalyeleriyle (macar, sırp, fransız..) karşılaştırmıştır. Hiçbiri onun karşısında muvaffak olamamıştır. Yeniçerinin avrupadaki söhreti boşuna değildir.Kuşatmalarda ise yeniçeri rakipsizdir. Sipahiler kuşatmalarda, bazıları savaşa iştirak etse de yerde savaşmaya alışmadığından etkili olmazdı. Fatih zamanında 1465 de yapılan bir sayıma göre yeniçerilerin sayıları yalnızca 4500 kişidir.  O zamanlarda müthiş elit bir sınıftir ve sayıları azdır. Ama Duraklamanın ilerleyen yıllarında bırakın orduyu, bütün güvenlik sisteminin temeli olmaya başlamıştır. Zira Yeniçeri ocağının kaldırılması sonunda bu sistemin çökmesiyle çok büyük bir sarsıntıya uğramış toparlanmamız oldukça uzun sürmüştür. Yanlış anlamayın ben ne tartışma yaratmaya çalışıyorum ne de kıyaslama yapmaya. Ama bilmediğim bir nokta varsa düzeltmenizi isterim.
« Son Düzenleme: 12 Eylül 2008, 02:15:37 Gönderen: Ali Fuat Uzun »

Sancar Özer

  • Üye
  • *
  • İleti: 825
Ynt: Osmanlı Kılıç Talimleri
« Yanıtla #6 : 12 Eylül 2008, 04:02:10 »
her ne kadar benim açımdan çok keyifli bir sohbet olsa asıl tartışmamız gereken konudan gitgide saptığımızı hissettiğim için mesajınızdaki bir kaç küçük noktayı cvaplayarak mevzuyu asıl mihrakına sokmak zarureti hissediyorum. nitekim tarih sohbeti yapabileceğimiz birçok platform bulunmaktadır lakin silahlar ve harp sanatı(özellikle de yoğunlaşmaya çalıştığımız bireysel harp sanatı, silahşörlük, daha da netleştirirsek kılıç sanatı) hususunda forumumuz bildiğim kadarı ile ilk ve tek alan. bu alanı da tarihi tartışmalar (her ne kadar çok faydalansam da) için kullanmak haksızlık olacak  :D

elimden geldiğince kısa notlar olarak değinirsem:

1-aslında gerileme ve bozulma çağında hiçbir kurum klasik çağdaki haliyle kalmadığı için bu noktayı irdelemek manasız. yine de yeniçerilerle büyük bir tezat oluşturarak tımarlı sipahilrin en az bozulan ve en yumuşak geçiş yapan sınıflardan biri olduğunu vurgulamak gerekiyor. kaldı ki tyeni orduya geçişte sadece erat katılımı oalrak payları yok. Asakir-i Mansure'nin ilk subay sınıfını da Tımarlı sipahi subayları oluşturuyor. yani etkin rol oynuyorlar bu noktada.

2-japon ve feodal batı avrupa kültürleri(latin-yunan akdeniz kültürünü değil cermen merkezli avrupa kültürü kastediyorum) ile türk kültürü arasındaki sözlü-yazılı gelenek mukayesesine itiraz etmek zorundayım müsadenizle. edebiyat tarihçilerinin de tespit edeceği gibi bu iki kültür de yazılı kültürlerini türklerden çok daha sonra oluşturmuştur. alfabeleri daha yenidir. bilinen ilk yazılı eserleri türklerden daha yakın zamana aittir. ve daha az yazılı eserleri bulunmaktadır. kaldı ki bu iki kültürden farklı olarak türk tarihi ve arkeolojisi çok daha az araştırılmıştır. orta asya'da milyonlarca henüz okunmamış kitabe, kazılmamış mezar bulunmaktadır.Isık kurganındaki prototürk alfabesinin tekamül etmiş halini inceleyen dilbilimciler bu alfabenin kökeninin çok daha eskiye dayandığını speküle etmektedirler.
bir de şu handikap vardır ki türkler dört defa alfabe değiştirmişlerdir. bu yüzden birsonraki alfabeye çevrilmemiş binlerce eser kalmıştır. bu gün  göktürkçe metinlerin 1000de biri uygurca metinlerin %1 i bile çevrilmiş değildir. Osmanlı kaynakları için de durum budur. buna bir de Timurlu, Memlük başta polmak üzere onlarca devletin geriye bıraktığı ve çevrilmemiş metinleri ekleyin. yarın bir tesadüf eseri(divan-ılugat-i türk'ün bulunuşunda olduğu gibi)veya araştırma sonucu ço eski tarihlere ait, çeşitli sınıflardan, çağlardan ve devletlerden silahşötlerin yazdıkları kitapların bulunmayacağını söyleyemeyiz. mevcut durumda elimizde olan eksik veri ile bir çıkarım yapmak ve türk savaş sanatı ve aslında tük tarihinin herhangi bir alanı hakkında çıkarım yapmak ve menfi-müspet kanaat oluşturmak hatalı olur kanaatindeyim.

3-Osmanlıda okuryazarlık meselesine gelince; osmanlı ve selçuklu mimarlık tarihinde kaç kütüphane inşa edildiğine bunların nerelerde ve kimlerce inşa edildiğine bakmak kendi çağdaşlarına kıyasla gayet müspet bir kanaat oluşturmaya muvafık olacaktır.

4-yeniçeri ve tımarlı sipahilerin (klasik çağ için konuşuyorum) savaştaki etkinlik oranları meselesine gelince: klasik çağda iki sınıfın nüfuslarını tekrarlamaya lüzum yok. bu bile kimin hangi oranda etkin olduğunu gösterir. ikinci olarak osmanlı ordusu temelde bir süvari ordusudur. taktikleri süvari taktikleridir. ordunun belkemiğini oluşturan asıl süvari sınıfı da tımarlı sipahilerdir. Yeniçeriler ise yayadır. genel olarak kapıkullarını ele alacak olursak bunlar hassa ordusudur. yani padişah savaşa bizzat savaşa katılırsa savaşa katılırlar. bu da iki halde olur. birinci hal asılordunun bozulması, padişahın bizzat canının tehlikeye girmesi yani yenilgi hali; ikincisi de asıl ordunun düşmanı tamamen bozması ve padişahın canına yönelik olası tehlikenin büyük oranda kırılması ile hassa ordusunun padişahın canını korumak tehlikesine düşmeden savaşa katılabilmesi. bu iki halde de asıl  iş ordunun %70-80ini oluşturan tımarlı ordusuna düşmektedir. kale kuşatmaları ayrı bir durumdur. doğal olarak süvarilerin değil yayaların etkin olacağı bir savaş halidir.lakin harp tarihinde hem sonuçları ve hem de nitelikleri açısından önem arzeden her zaman meydan savaşları olmuştur.

5- nüfus meselesinde tımarlıların azalıp yeniçerilerin artması bozulmanın bir göstergesi ve sebeplerinden biri olarak tarihçilerce gösterilmektedir.

6-Aşık Paşa(yahut kendine hitap ettiği şekliyle Derviş Ahmed Aşıki) vakanüvis değildir. kırşehirde 1272'de doğmuş bir tımarlı sipahi subayıdır. tarihçiliği asıl meslek olarak değil bir çeşit hobi olarak yapmaktadır. yazdığı eserinde bizzat katıldığı savaşları da canlı bir üslupla anlatır.

7-kapıkulu süvarilerine kısaca değinirsem bunlar Fatih zamanında ilk olarak devşirme sistemiyle silahaltına alınmalarına rağmen (muhtemelen süvarilikteki başarısızlıklarından dolayı) Kanunidönemine değin gitgide yörüklerden istihdam edilmeye başlanmış, Kanuni döneminden itibaren ise tamamen Türkmenlerden oluşturulması karara bağlanmıştır. bu durum yeniçerilerle sürekli sürtüşmelerine , hatta Sultanahmet meydanında mükerrer defa silahlıolarak çatışmalarına neden olmuştur.

maalesef kendimi tutamayıp gene çok yazdım. İnşalah bu kusurumuz forumumuz yöneticilerince bağışlanır. asıl gelmek vem mevzuu harp sanatına bağlamak istediğim husus şudur ki; nasıl türk mimarlık sanatı, türk tasvir sanatı, türk hat sanatı osmanlı da oluşmadı ise tük savaş sanatının da Osmanlı'da oluşmadığını düşünmek yanlış olmaz. diğer sanatlar gibi Osmanlı'ya miras kalmış ve klasik çağında zirvesine ulaşmış olmalıdır. bu sanatın yaratımı türke özgü savaşçı tipi olan "Alp" tipi ile birebir bağıntılı ise bu sanatın zirve hali de bu tipin ulaştığı son nokta olan "klasik çağ tımarlı sipahisi" ile birebir bağıntılı olmalıdır. şu halde türk kılıç sanatı araştırmamızda model alacağımız prototip,kıyas noktası, odak noktası bu olmalıdır. yoksa yeniçerinin öğrendiği ve icra ettiği savaş sanatı da, leventin icra ettiği savaş sanatı da, sipahinin öğrendiği savaş sanatı da, memlük cengaverinin, timurlu akıncısının, Babürlü sepoyunun, Şeybani askerinin, Kazak baturunun savaş sanatı da türk kültürünün bir parçasıdır ve açıkçası aralarında çok büyük ayrımlar olduğu kanaatinde de değilim.

şimdi mesele bu savaş sanatının muhteviyatını bulmaya çalışmaya kalmıştır. ;)
"Hoşça bak zatına ki zübde-i alemsin sen
 Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen "

Şeyh Galip

Ali Fuat Uzun

  • Üye
  • *
  • İleti: 36
Ynt: Osmanlı Kılıç Talimleri
« Yanıtla #7 : 12 Eylül 2008, 15:18:38 »
Benim burada bahsettiğim halkın okuma yazma bilgisidir. Uygarlığa elbette bahsi geçen milletlerden önce atıldık. Bu medeniyetler bizden daha üstündür demişim gibi anlaşıldı galiba burasını düzeltmeliyim. Osmanlı cahildir gibi bir sonuç çıkarılacağını sanmıyorum yazdıklarımdan. Elbette Türkçe eserler bahi geçen milletlerden daha çoktur. Edebiyatta bilimsel alanlarda bilhassa. Ama bunlar aydın zümrenin yazdığı eserlerdir.Zaten klasik çağda bu aydın zümresi diğer milletlerden çok daha geniş olduğu için onların üstünde bir medeniyete sahiptir. Japonya burada ilginç bir örnektir gerçekten de. Aydınlanma çağında bile dünyada okuma yazma oranının en yüksek olduğu yerdir.(ki dünyanın oldukça gerisindedir)Dikkat edin %30 kadınlar için bu o zaman için tasavvur edilecek birşey değildir. Yani burada basit bir samuray bile kitap yazabiliyor. Burada basit bir okuma yazma oranıyla medeniyetleri karşılaştıramayız. Batının durumu ise bambaşka batının değerlerini korumaya ihtiyacı yok  çünkü zaten onun değerleri evrenselleşiyor. Zaten bu değerlerin korunması durumu batı kültürel emperyalizmine karşı olan bir durumdur bence. Ama dediğim gibi göçebe kökenli olduğumuz için olduğunu düşünüyorum geleneklerimizi muhafaza etme alışkanlığına sahip değiliz, en önemli nedeni budur bence. Bunu da eski alfabelerin eserlerinin ne kadarının çevrildiğiyle anlamak da mümkündür. Alfabe değişikliği gibi önemli bir olayda eski eserlerin çevrilmesi için çok geniş bir çalışma yapılması gerekmez mi sizce de? Şunu da bilmek gerekir biz türkmenler(uygurlarınki öncedir) için yerleşik düzene geçme ancak osmanlı zamanında gerçekleşti(o da tamamen değil). Selçuklu zamanında soylu bir komutan zümresi ve bunların ailelerinden başka okur yazar olabilecek bir kitle yoktu.Zaten yazışma dili fasça olduğu gibi memurların da çoğu farstı. Osmanlı, bazılarının zannettiğinin aksine Selçukludan çok daha türktür. Resmi dili türkçe olan ilk türk islam devletidir başta. Osmanlıda ilmiye ve kalemiyye sınıfını türkmenler oluşturur. Seyfiye sınıfını oluşturan devşirmelerde türktür(kültürel manada) Ancak elbette bu aydınların verdiği eserler(fakat genellikle uzmanlık alanlarıyla ilgilidirle) bahsettiğimiz medeniyetlerle karşılaştırılamaz.

Aşıkpaşa meselesine gelince galiba sizin söylediğiniz Aşıkpaşazadenin dedesi şair aşıkpaşadır. Onun aynı zamanda bir sipahi ve tarihçi olduğunu bilmiyordum. Ama türkçeyi öven şiirleri olan bir halk şairdir.Çünkü Aşıkpaşazade (derviş ahmed aşıki) 15. asırda yaşamıştır. Ben tarihçi deyince aşıkpaşazadeyi anladım. Hatta fatihin ölümü hakkında bir şiirsel bir değerlendirmesi vardır şüphelendiğini gösteren.

Yeniçeri meselesine gelince bence burda etnik milliyetçilik yapılacak bir durum yoktur. Yeniçeriler de sipahiler kadar türktür. Yani sırf etnik aidiyeti başka millete ait diye kültürel manada tamamen türk olan bir unsuru dışlamak yanlış olur. Yeniçerilerin klasik çağdaki nüfusuna bakarak etkisini anlayamayız. Zira çok elit bir zümredir. Çok uzun sürede çok uzun talimlerle müthiş bir disiplin içinde eğitilir.Ve sonraki dönemlerine oranla çok daha iyi bir dönemidir.Zaten okçu(sonra tüfekçi) oldukları için tamamı savaşa her daim iştirak eder Yakın dövüş ünitelerinde olduğu gibi birikme veya yığılma hadisesi olmaz. Şunu söylemek gerekir ki kapukulu askerleri ordunun merkezini oluşturur ve toplam sayıları Sipahilerin bir kanadının sayısına eşittir. Doğal olarak savunma yaparlar. Padişah veya serdar da merkezdedir ama burası saldırıya açık bir yerdir elbelle özellikle de kanatlar bozulunca. Tımarlılar ise kanatlarda dururlar bu bakımdan hücumları onlar yapar. Fakat Osmanlı ordusu basit bir biçimde kanat hücumları yapan bir ordu değildir. Sahte ricatle düşmanlarını sarmayı hedefler ve düşmanı merkeze saldırmaya sevkeder. Merkeze yapılan saldırılarda duraklama dönemine kadar yeniçerinin bozamadığı hiçbir askeri birim yoktur. Hiçbir zaman disiplinden kopmazlar. Mesela I. kosova savaşında Sırp şövalyeleri merkeze hücum ederek yeniçerileri yarmayı başarabilmiştir. Ama buna rağmen kaçmayıp toparlanan yeniçeriler sıp sövalyelerini bozmayı başarmışlardır. Zaten kuşatmalardaki etkilerini anlatmaya bile gerek yok. Zaten bu sebeple kuruldukları düşünülür. Süvari ordusunun kuşatmalardaki başarısızlığı ve türkmenlerin attan inmeyi(piyade sınıfı olmayı) onursuzluk saymaları üzerine kurulmuştur.(bilirsiniz bursa kuşatması 12 yıl sürmüştür) Altı bölük halkıyla ilgili aslında sipahlar ilk kurulan birim olduğu söylenir kapukulu ocağında. Ama devşirme sistemina bağlanması fatih zamanında olmuştur. Dediğiniz kapukulu süvarisinin türkmenlerden devşirilmeye başlamasıyla ilgili bir iddia ben de duymuştum ama kesin bir iddia olup olmadığını bilmiyorum. Zaten türkmen sistemine göre eğitilen bu askerler neden başarısız olmuştur bilmiyorum ama bu tip durumlarda genetik faktörlerin de etkisi olduğu görülebilir(Gerçi devşirmenin yapıldığı slav milleti de süvari geleneği olan savaşçı göçebe kökenlidir). Ancak klasik türkmen süvarisinden farklı bu askerler genelde ok yay kullanmaz karabina gibi tüfekler kargı topuz kılıç kullanır ve çok ağır zırhlılardır.

Asıl meseleye toplamaya çalışırsak konuyu benim düşüncem yeniçeri  gibi sistemli eğitilen askerlerin kaynaklarına ulaşmak daha kolay olacaktır ve bizi sistemleştirilmiş daha sağlıklı bir türk harp sanatına götürebilir diye düşünüyorum.Aslında mesele buradan dağıldı, hayret!
« Son Düzenleme: 12 Eylül 2008, 17:39:58 Gönderen: Ali Fuat Uzun »

Sancar Özer

  • Üye
  • *
  • İleti: 825
Ynt: Osmanlı Kılıç Talimleri
« Yanıtla #8 : 12 Eylül 2008, 22:27:19 »
bu fikir alışverişi daha da uzayabilir; keyif aldığımı da itiraf ederim lakin başlığı ana konusu dışında yeterince işgal ettiğimizi düşündüğümden bazı hususlarda analaşamamak üzerinde anlaştığımızı varsayarak müsaadenizle konuyu asıl mevzua döndürmek mecburiyetindeyim. :)

Türk kılıç sanatı mevzuunda kaynak, belge veya bir çalışma hakkında malumatı olan forumdaşlarımız lütfen en küçük bir bilgi kırıntısı  veya duyumunuzu dahi olsa paylaşınız. Evvelce belirttiğim gibi Nasuh'unTuhfet'ul Guzat'ının çevrilmekte olduğunu duymuştum lakin bu hususta daha ayrıntılı ve taze bir haberi olan var mı? Bunun dışında Memlüklü eseri Minyet-ül Güzat da memlüklü türkçesinden ingilizceye çevrilmiştir yanlış bilmiyorsam. Bu iki yazma dışında harp sanatı konusunda Osmanlı veya başka Türk devletlerine ait yazma ve eserlerden haberdar olan var mıdır?

Sitemizde de güzel ve kapsamlı bir makalesi bulunan iranlı yazar Manuşer Horasani'nin iran savaş sanatlarını ve kılıç sanatını diriltmek amacıyla bir çalışma içinde olduğunu duymuştum. Acaba Kaçar,Safavi, Celayiri,İlhanlı ve Selçuklu hakimiyeti altında bulunmuş olan İran'da ne gibi eserler var olabilir?

Ayrıca türk kılıç sanatının muhteviyatı konusunda kanaatleriniz, teorilerimizi de bu başlıkta  paylaşabiliriz. Kılıç-kalkan oyunu içinde türk kılıç sanatının bazı temel formları saklı olabilir mi? Türk kılıç formu Macarlar vasıtasıyla batıya taşınarak popüler bir silah haline geldiği çağlarda Avrupalıların bu kılıcı kullanma metodları içinde acaba Türk kılıçsanatından izler olabilir mi? 20.yy'a değin Babürlü egemenliği altında kalmış olan Kuzey hindistan'ın yaşayan kılıç sanatları içinde (Gatka v.s.) ne oranda türk kılıç sanatı nüvesi olabilir? Türk kılıç sanatını diriltme tasarısında izlenecek metodoloji ne olmalıdır? kılıcın formundan sanata doğru sonuçtan nedene doğru bir gidiş mi söz konusu olmalıdır yoksa büyük oranda birincil kaynakların bulunması ihtimali üzerine mi gitmek gereklidir? diğer türk devletlerinde folklor içinde türk kılıç sanatının yaşatıldığı bizdeki kılıç kalkan oyunu v.s. gibi gelenekler var mıdır?

Türkçesi: buyrun hepimiz eteklerimizdeki taşı dökmeye başlayalım ;D
"Hoşça bak zatına ki zübde-i alemsin sen
 Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen "

Şeyh Galip

Sancar Özer

  • Üye
  • *
  • İleti: 825
Ynt: Osmanlı Kılıç Talimleri
« Yanıtla #9 : 14 Eylül 2008, 02:37:31 »
Hiç mi birşey yok? ???

sevgili forum üyeleri sadece bilgilerinizi değil ne kadar önemsiz görüyorsanız görün bu konudaki her türlü kanaat ve teorilerinizi de paylaşabilirsiniz. çekinmeye mahal yok; bu platform bunun için var.  ;)
"Hoşça bak zatına ki zübde-i alemsin sen
 Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen "

Şeyh Galip

Ali Fuat Uzun

  • Üye
  • *
  • İleti: 36
Ynt: Osmanlı Kılıç Talimleri
« Yanıtla #10 : 14 Eylül 2008, 03:26:09 »
Acaba avrupalılar eskrimdeki kılıç yani sabre'den başka gerçek kılıçlarla(sabre) icra ettiği bir eskrim var mıdır?SYani historical fencing adı altında yapılan bazı şeyler var evet ama bunlar sistematik olarak yapılan bir şeyden ziyade yeni yeni ortaya çıkmış ve çıkarılmış gibi geliyor bana bu konuda fazla bilgi sahibi değilim mazur görün. Bu batıdaki orta çağ stilindeki eskrim eski kitaplara mı dayanıyor yoksa sonradan geliştrilmiş sitemler midir?

Hindistandaki sporlara gelince kuzey hindistanda gatka adlı dövüş sanatında tulwar olarak bilinen hint kılıcı kullanılıyor ve yapısı itibariyle şimşire çok benzeyen bir kılıç. Hatta kılıç formunda yapılmış tulvarlar da çok sayıda mevcut. Bildiğim kadarıyla bu sporun yaratıcısı pencap bölgesindeki sihistlerdir. Bu sporun tam olarak da babür yayılmasının başladığı yıllarda doğmuş bir spor olduğunu biliyorum. Hatta sihizmin İslam ile Hinduizm'i bağdaştırmak gibi bir niyetle doğduğuna dair birşeyler de görmüştüm.(Din-i-Ilahi'yi kasdetmiyorum) Bu yüzden  daha önceden pencap bölgesini hakimiyeti altında tutan yanılmıyorsam delhi sultanlığı ve babürlerden etkilenmiş olabilirler. En azından eğri kılıç buraya da heryere olduğu gibi bizden girdi. Ama kılıç gibi bir de ters ağızı olan kılıcın kullanımına ulaşabilmek bu gibi yollarla oldukça güç. Çok orjinal bir kullanım tekniği olduğu bu sıradışı özelliğiyle ortaya çıkıyor. Bir de bildiğim kadarıyla bu kılıç yalnızca memlükler ve bizler tarafından kullanılan bir kılıç.Yani karaçori denen kılıç da bunun gibi ters ağıza sahip midir bilmiyorum affınıza sığınıyorum bu konuda? Mesela bildiğim kadarıyla özbeklerin kullandığı balçaksız kılıç (adını bilmiyorum kusuruma bakmayın) bildiğim kadarıyla ters ağıza sahip değil. Hindistanda bir de Tangta diye kılıç mızrak gibi silahların kullanıldığı bir sanat olduğunu biliyorum ama hakkında bilgi sahibi değilim. İran sanatının ortaya çıkması sanıyorum Türk sanatının ortaya çıkmasına çok yararı olacaktır.
Matrakçı nasuh'un eseri ve memluk eserinin elimize geçmesi bizim için türk kılıç sanatıyla ilgili bir çok perdeyi aralayacaktır.Minyet-ül Güzatın ingilizce versiyonunu acaba nasıl ne adla ne zaman ve nerden bulabiliriz?  Acaba Osmanlı kaynaklarında devletin askerlerini eğittiği bir sistem yok mudur? Her şeyi kaydeden bu devletin böyle bir şeyi es geçmesi mümkün müdür? Bence değil, ama nasıl bulunabilir böyle eserler bu koca dağın içinde meçhul, çok büyük bir çalışma gerektiği muhakkak.
« Son Düzenleme: 14 Eylül 2008, 03:32:12 Gönderen: Ali Fuat Uzun »

Sancar Özer

  • Üye
  • *
  • İleti: 825
Ynt: Osmanlı Kılıç Talimleri
« Yanıtla #11 : 14 Eylül 2008, 05:48:51 »
HEMA (Historical European Martial Arts) ve Gatka meseleleri sizin değindiğiniz noktalar açısından benim de çok merak ettiğim hususlar. HEMA konusunda evvelce biraz araştırma yapmıştım. İşin araştırma ayağında bayağı sistemli çalışıyorlar. avrupa eskrim kaynaklarını çok iyi taramışlar, defalarca etüd etmişler. Fiore del Liberi adlı ustanın yazdığı ve bir de I:33 denen manuelleri hele kutsal kitap gibi hatmetmişler. bu çalışmalar bayağı akademik seviyede yapılıyor hem de. bu tekniklerin uygulamaya dökülmesinde de büyük mesafe kaydetmişler. bir avantajları da tarihi silsilenin incelerek de olsa devam etmesi. yani olimpik öncesi eskrim çok azalsa da hiçbir zaman tam olarak ölmemiş avrupada. olimpik eskrimden klasik eskrime ordan da tarihi eskrime geçiş yapmak tabi çok daha kolay oluyor. bizden macarlara ordan da süvari kılıcı adıyla bütün avrupaya geçen silahın kullanılması hakkında bayağı altyapı var haliyle. asker silahı olduğu için 20.yy başına kadar bile kullanım kılavuzları yazılmış. Hatta bizzat General Patton'ın yazdığı bir süvari silahşörlüğü manueli var. bir de kılıç tasarlamış Patton hatta.

Formla beraber tekniğin de geçişi mutlaka olmalı. ama bu yüzde kaç oranındadır ve ne kadarı ilerki yıllara kalmıştır bu da şüpheli bir durum. biraz eline kılıç almış olanlar(eskrimci veya kendocular v.s.gibi) aynı formdaki bir silahın farklı ekollerce ne kadar başka biçimde kullanılabileceğini de daha iyi kestirebilir. yine de en azından, inşallah türk silahşörlük yazmaları ortaya çıktığında buradaki tekniklerin pratiğe aktarımı çalışması aşamasında bir kıyas noktası olarak avrupa sabre teknikleri işe yarayabilir ümidindeyim.

Sih savaş sanatı Gatka'da da yine avrupadakine benzer bir durum sözkonusu. burda bir avantaj K.Hindistan'ın nispeten kültürel yakınlığı. tulvarın kaynağının babürlüler olması form ve tekniklerin çok daha güçlü şekilde yerel kültüre geçtiği izlenimini yaratıyor. bir de şöyle ilginç bir durum var: kılıçlarla ilgili yabancı bir foruma bir vakit kılıç kalkan oyunu ile alakalı youtube'da bulduğum bazı (çok da iyi olmayan)videolar yollamıştım. özellikle o forumdaki hindli ve hatta sih üyeler(şunu da söyleyeyim sih dinine göre her erkeğin gatka öğrenmesi ve kılıç taşıması mecburi ve sihler de -özellikle hindistandakiler- bu mecburiyete gayet sadık) gatka'ya ne kadar benzediğine şaşırdıklarını belirttiler ve hatta iki tekniğin kültür kökenlerinin yakınlığı ile alakalı yorumlar bile yaptılar. tabii hindistan ülkeden çok başlıbaşına bir kıta sayılır ve özellikle güneyde tamil ve dravidyen kökenli yakın asya savaş sanatları ile hiç alakası olmayan bir çok özgün savaş sanatları var (kalaripayatu gibi) o yüzden yine çok bariz bir izden söz edemeyiz ama avrupadakinden daha yüzeye yakın olduğu kesin. buralarda yapılacak araştırmalar daha çok arkeolojik kazı mantığında olabilir. bu savaş sanatlarını ototpsi yaparcasına etüd ederek türk kılıç sanatından kalmış olabilecek bir iki fosil bilgiyi, formu, izi bulmaya çalışmalıyız ;D

kılıç kalkan oyunu bence elimizdeki yaşayan geleneğe en yakın şey. ilk olarak bu oyunun gelişimi ile ilgili çok ilginç noktalar var. bugün dans olarak kabul ediliyor ama mesela 1940lara 50lere kadar cirit gibi bir "oyun" olarak kabul ediliyormuş. yıllar önce tesadüfen bayağı eski bir spor ansiklopedisi elime geçmişti orda kılıç kalkan oyunu maddesi vardı ve bu maddede faul olan hareketler, oyunun kuralları gibi bölümler vardı. amacın rakibin kılıcını düşürmek olduğu, kılıcı düşen rakibin güreş oyunlarıyla kılıcını geri alabileceği gibi satırları büyük hayretle okumuştum. yani anladığım kadarı ile, japon savaş sanatları ile aşina olanların anlayacağı dilde söyleyim, ardarda kataların(yani belli formlardan oluşan senaryoların) belli bir ritmle yarıserbest olarak çalışıldığı stilize olmuş bir kılıç eğitim yöntemi imiş bu "oyun".  hem doğuda hem batıda birçok silahşörlük geleneği bu eğitim yöntemini kullanıyor. mesela wu-shu ile karşılaştırılabilir.yine başka bir kaynakta çin yıllıklarında göktürklerin küt kılıçlar ve deri kalkanlarla yaptıkları bir çalışmadan söz ediyor. buna göre iki gruba ayrılan askerler ortadaki büyük bir davul(kös gibi)un verdiği ritmle sırayla hamle ediyorve karşı grup da kalkanla karşılayıp mukabil hamle yapıyor.

bir de şu var ki bir çok savaş sanatı yasaklandığı veya kaybolmaya yüz tuttuğu dönemde folklorik danslar içine gizlenmiştir. mesela Japonlar işgal ettikleri Okinava adasında savaş sanatlarını yasakladıklarında yerel halk karate katalarını ve kobudo dedikleri silah tekniklerini unutmamak için dans haline getirmiş.

kılıç-kalkan oyunu da gitgide daha da stilize olmuş ve folklorcular da bu oyunu ele aldıklarında dans gibi değerlendirmiş ve revize etmiş olabilir. tabi bunlar teori. araştırılmaya muhtaç. özellikle de folklor uzmanlarının bu yeni bakış açısı ile değerlendirmesi lazım. kılıç sanatında en önemli iki temel, adımlar yani yürüyüşler ve temel kesişlerdir. sadece bunlar bile kılıç kalkan oyununun içinde orjinaline uygun olarak bulunabilse büyük bir aşama kaydedilmiş olur.

ama tabi bunların hiçbiri orjinal metinler olmadıkça mana ifade etmez. dediğiniz gibi yazılmamış olmaları ihtimal dışı birşey. eğer okçuluk hakkında birçok kitap varsa en az o kadar kılıç sanatı kitabı olmalı ki  olduğunu da biliyoruz. Enderunda silah öğretmeni olan Matrakçı Nasuh Tuhfet'ül Güzat'ı  bir ders kitabı olarak yazmıştır. başka birçok kitaplar mutlaka olmalı. memlukluların bu işe ehemmiyet verdiği biliniyor. Mısır arşivlerinde neler neler bulunabilir. hatta bizim arşivimizde bile memlüklü kaynaklı böyle kitaplar olması muhtemeldir. yine iran'da yapılan çalışmada ortaya çıkacak kaynakların türk kaynakları olacağı bence şüphesiz. zira hindistandaki gibi etkilenme filan değil bizzat türk hakimiyeti, hem de Babürlüler gibi sadece yönetici sınıf ve ordu şeklinde değil büyük bir nüfusla bin yıllık bir yerleşim mevzubahis. sonuçta olsa olsa selçuklu, ilhanlı, celayiri, akkoyunlu, safavi ve kaçar kaynakları çıkacaktır ortaya.(ha sasaniler zamanından kalma birşey bulurlarsa bilemem) ama farslar kendilerine mal edecektir tabii. yine de burda çıkacak orjinal kaynaklar osmanlı araştırmasına da çok müspet etki yapacaktır.

sağolsun Minyet-ül Güzat'dan beni haberdar eden bu güzel siteyi ve forumumuzu kuran Kayahan beydir. onun söylediği kadarıyla Boğaziçi üniversitesinin hisarüstündeki kütüphanesinde bir nüsha varmış. Kurtuluş Öztopçu tarafından yayınlanmış. maalesef memleketimizde hiç bir üniversite silahlarla ilgili bir araştırmayı ciddiye almadığından olacak Amerika'da basılmış bu mühim eser. lakin şöyle bir handikap var ki(ki aslında tamolarak handikap sayılır mı emin değilim) bu eser daha eski arapça bir yazmanın memlüklüler zamanında türkçeye çevrilmesiymiş. yani arap kökenli silahşörlük bilgileri içeriyor olabilir. bir de Silahşörname adlı Beyazıd dönemine ait bir eserden söz ettiğini hatırlıyorum lakin o hususta söylediklerini tam hatırlayamadım doğrusu. eminim kendisi bu başlığa mesaj atarak çok daha ayrıntılı malumat verecektir.

neticede bütün bu söylediklerim uzun müddet büyük bir çaba ve kaynakla araştırılmaya muhtaç konular. mevcut şeraitte de pek mümkün görünmüyor doğrusu böyle bir araştırmanın küçük bir ayağı bile. ancak ümitvar olmaya birçok sebep görüyorum. ilki Avrupa'da HEMA'nın doğuşu ve gelişimi ile ilgili öğrendiklerim. 90larda bu gibi ortak ilgi alanı forum ve mesaj panolarında başlamış bu çalışma gitgide büyüyerek günümüzde okulları, organizasyonları, literatürü ile büyük bir camia haline gelmiş. evet şartları bizden çok daha ehven ama neticede ilk adım ne kadar mütevazı olursa olsun başarı ihtimalinin olduğunu gösteriyor. ikincisi türk okçuluğunun dirilmesi. eğer Türkiye şartlarında bu başarılabiliyorsa (ki benim zannım kemankeşliğin dirilmesinin şartlarının kılıç sanatına göre çok daha zor bir iş olduğu, sonuçta yayın bir silah olarak tarih sahnesinden çekilmesi kılıçtan çok daha eski), bu çok ümit verici bir durum. üçüncüsü de ülkemizde gerek tarihimiz gerek harp sanatımız ve tarihi silahlarımız ile ilgili genel halktaki ve akademik camiadaki önyargının yavaş yavaş kırılmaya başladığını düşünmem. tabi çok yavaş bir yumuşama bu ama yine de umut verici. :)
"Hoşça bak zatına ki zübde-i alemsin sen
 Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen "

Şeyh Galip

Ali Fuat Uzun

  • Üye
  • *
  • İleti: 36
Ynt: Osmanlı Kılıç Talimleri
« Yanıtla #12 : 14 Eylül 2008, 17:05:17 »
Dediğiniz gibi ancak kendi eserlerimizin ortaya çıkmasından sonra dünyadaki diğer dallarla ilişkisi araştırılabilecektir. Bu konularda bulunan kaynaklarla ilgili pek bilgim yok ve elbette beni bilgilendirmenizi isterim. Avrupalılar ve asyalılara göre en büyük dezavantajımız gelenekleri terketmemizin yanında atalarımızın yazılarını okuyamıyor olmamızdır. Bu, eserlerin ortaya çıkarılmasında bile büyük sorun teşkil ediyor.Bu eserlerin çevrilmesine de yeterli önem verilmediği bir çok eserin batı dillerine tercümesinden sonra bizim ordan tercüme etmemizle ortaya çıkmasından da anlaşılabilir. Milyonlarca belge yığın halinde duruyor hala. Bilirsiniz Piri Reisin haritası üzerinde susam parçalarıyla bulunmuş. En azından artık  bu gibi eserleri simidine sarmayacak bir nesil yetişmiştir herhalde.
Okçuluğun dirilmesi konusunda ise size katılamayacağım bence okçuluğun diriltilebilmesi kılıcın diriltilmesine göre daha kolaydır. Okçuluk (bazı prensipleri kalmasa da) daha cumhuriyetin ilk yıllarına kadar yapılan bir spordu. Tekke ve zaviyeler kanunuyla okçuluk tekyesi kapansa da okspor adında necmeddin okyayın önderliğindebir klüp dahi kurulmuştur. II. Mahmud zamanında yazılan telhis(kitap ve yazar adlarını aklımda tutabilme özelliğim yoktur tam ismini hatırlamıyorum) denen bir kitap batılılar tarafından defalarca incelenmiştir.  Türk yayının hala kırılamayan menzil rekorları batılıların ilgisini üstüne çekiyor.
« Son Düzenleme: 14 Eylül 2008, 18:50:50 Gönderen: Ali Fuat Uzun »

Cengiz Çetin

  • Üye
  • *
  • İleti: 142
Ynt: Osmanlı Kılıç Talimleri
« Yanıtla #13 : 16 Eylül 2008, 02:04:28 »
Slm,
Yazılarınızı ilgiyle takip etmeye çalışıyorum.Türk kılıç sanatı ve talimleri hakkında yeterli bilgi olmadığından hep şikayet etmişimdir.SAYOKAN olarak belirtilen ve yatağanlara özgü olduğu söylenen(kesin olup olmadığınıda bilmiyorum) kılıç eğitimi nedir.Bu konuda bizleri aydınlatabilirmisiniz.Türk kılıçlarına aşık birisi olarak bu siteye teşekkürlerimide bildiririm.
Vur pençe-i alideki şemşir aşkına,
Gülbang-ı asumanı tutan pir aşkına.

Sancar Özer

  • Üye
  • *
  • İleti: 825
Ynt: Osmanlı Kılıç Talimleri
« Yanıtla #14 : 16 Eylül 2008, 02:11:15 »
Sayokan'ı bir bir türk dövüş sanatçısı tarafından icad edilmiş uzak doğu savaş sanatları temelli silahsız bir dövüş sanatı olarak biliyorum. yatağan v.s. ile bir alakaları olduğunu ilk kez duydum. rica etsem sorunuzu biraz açabilir misiniz?
"Hoşça bak zatına ki zübde-i alemsin sen
 Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen "

Şeyh Galip

 

Her Hakkı Saklıdır © 2007-2024 cebehane.com
SMF 2.0.15 | SMF © 2017, Simple Machines
RSS WAP2