c)Yapılışı
Tarih öncesi çağlarda insanlar taştan, kemikten veya ağaçtan yaptıkları savunma ve saldırı araçlarını madenlerin bulunması ile bakırdan, tunçtan yapmaya başlamışlar ve demirin bulunması ile de bu aletleri demirden yapmışlardır. Demiri sertleştirmeyi öğrendikten sonra da çelik ürünler ortaya koymuşlardır. Yüzyıllardır kullanılmasına rağmen hala önemini yitirmeyen çelik gelişerek insanlara daha da yardımcı olmaktadır. Bu gelişmede Yatağan kılıcının ve üzerinde kullanılan tekniklerin etkisi büyüktür. Şimdi Yatağan’ın eski ustalar tarafından nasıl yapıldığını anlatacağız.
Yatağanlar da namlu aynı kılıç yapımında olduğu gibi kılıç yumurtası denilen 2-3 kg. ağırlığında, 5-8 cm çapında ve 8-12 cm yüksekliğinde demir külçelerden yapılır. Hazır bir envarter şeklinde olan demir külçe, iki kişi tarafından körük yardımıyla kızdırılmış olan ocakta kızıl hale gelinceye kadar bekletilir. Bu hale gelen demir saatlerce, bazen günlerce bir veya iki kişi tarafından çekiçlerle dövülür. Bu işlem ile bu şablona asıl kılıç şekli verilmeye çalışılır. Bu işlem sırasında kılıcın namlusuna kan olukları ve damgalar da yapılır. Kızgın ve düz halde olan demir kıvrılmak suretiyle Yatağan’ın klasik formu oluşturulur. Bunu yapmak özel maharet isteyen bir durumdur ki kılıç üzerinde yapılan içe doğru kavisin belirli bir dengede olması gerekmektedir.
Yatağan imalinde diğer bir önemli nokta ise su verme-çelikleştirme işlemidir. Bu çelikleştirmede Yatağan’ın keskin tarafının çelik olması, sırtının ise demir olarak kalması gerekmektedir ki bu Yatağan’ın en belirgin özelliğidir. Ve bu, Yatağan’ı diğer kılıçlardan ayırır. Bu özellik nedeniyle Yatağan, diğer kılıçlarda olduğu gibi çarpışma sırasında kırılmamaktadır. Bazı Yatağanlarda bu sırt kısmının kalınlığı, 1 cm’ye kadar çıkmaktadır. Bu kalınlığa rağmen Yatağan’ın ağzı (yalımı) milimetrik bir şekilde ince olarak kalmaktadır. Bu şeklinden dolayı Yatağanlar çiviyi andırmaktadır. Yatağan’ın ilk örneklerinin büyük çivilerden dövülmek suretiyle yapıldığını da biliyoruz.
Su verme işleminde ise, su verilen Yatağan diğer kılıçlar gibi dışarıda değil ocakta iken yapılmaktadır. Su verme işleminin birkaç çeşidi Yatağanlar üzerinde uygulanmıştır. Bunlar; normal su verme işlemi, çifte su verme tekniği, zeytin yağı ve petrol yağı ile su verme işlemi ayrıca kurşunlu su verme işlemi idi.
Yatağanların yapımında farklı olarak kullanılan bir teknik de demiri yapıştırma tekniğidir. Güherçile denilen bir madde bu işlemde kullanılmakta idi. Bu madde Denizli’nin Sarayköy İlçesi’nin Sığama Kasabası’ndan ve Manisa Alaşehir’den Yatağan’a getirilmekteydi. Bu madde kızgın halde bulunan Yatağan’ın üzerine serpilerek dövülmek suretiyle yapılıyordu. Bu işlemde hem Yatağan sertleşiyor hem de daha sonra oluşabilecek paslanma geciktirilebiliyordu.
Yatağan hakkında bilinen başka bir hususta, belirttiğimiz gibi kurşunla su verme işlemidir. Bu işlemin bütün Yatağanların üzerinde uygulanıp uygulanmadığını bilemiyoruz.
1980’li yıllarda Dr. Samim Şişmanoğlu adında bir araştırmacı Avusturya-Viyana Müzesi’nde görüp etkilendiği Yatağanların kurşunda ısıtılıp sulandığını duymuş ve bu nedenle bu işi incelemek maksadıyla Yatağan’a gelmiştir. Yatağandaki ustaların da yardımıyla bu su verme tekniğini incelemişlerdir. Kurşun içerisinde çeliği ısıtarak su verme işlemi yapılmış ve başarılı olunmuştur. Eriyik kurşun sulamada termostat görevi yapmış ısının tüm çeliğe yayılmasını engellemiştir. Sulamadan sonra aynı eski Yatağanlar gibi ağız kısmının süper çelik, sırt kısmının ise yumuşak kaldığını görmüşlerdir. Bu deneyde de görüldüğü üzere Yatağan belki de eskiden tamamen böyle üretilmiştir. Tabiki bunu kılıçlara bakarak bilemeyiz. Bu tekniğin unutulmasına rağmen zamanında kullanıldığını söyleyebiliriz.
Yatağan’ın namlu kısmının nasıl yapıldığını anlattıktan sonra kabza kısmının yapımına geçebiliriz.
Yatağanların kabza formları da klasik kılıçlardan farklıdır. Kabza tepeliği iki simetrik parçaya ayrılmıştır ki bunlara kulak adı verilmektedir. Yatağanlarda, kılıçtan ayrı olarak kabza yapılır sonra namlu ile birleştirilir ve kılıcın temel yapısı tamamlanmış olurdu. Genç devir Yatağanlarda kabza ayrı takılmayarak yekpare şekilde üretilmiştir. Ayrıca farklı olarak Yatağanlarda siperlik (balçak) bulunmaz.
d)Özellikleri ve Süslemesi
Türk kılıcının geleneksel ve temel formu hafifçe eğri olmasıdır. Yatağan’ın içe doğru hafif eğimini de bu gelenek içinde değerlendirmek gerekiyor. Öyleki Yatağanlar bu özelliğinden dolayı batıda Türk kılıcı olarak bilinmektedir. Bir Yatağan’ın tutuşunda bileğin rahat hareket etmesi temel ilke sayılıyordu. Bu açıdan Yatağanları incelediğimizde kemik ya da fildişi kabzanın kabaca “Y” harfine benzediği, el ve bileğin birleşme noktalarının dayandığı yerin çift başlı biçimde yapıldığı görülmektedir. Bundan amaç ileri doğru kılıcı savurarak yapılan bir saldırıda kılıcın elden uçmasını önlemektir. Dediğimiz gibi kabzada elin korunmasını sağlayan bir siperlik bulunmuyordu. Koruma, silahı kullananın hünerine bırakılmıştı.
Yatağan’ı özellikle yeniçeriler, leventler ve zeybekler kullanmışlardır. Yatağan’ın diğer bir adı da bilindiği gibi Zeybek Bıçağı’dır. Zamanla siviller de bu kılıcı savunma aracı olarak kullanmaktan ve taşımaktan zevk almışlardır. Yeniçerilerin en çok severek yaptıkları idman, orta kalınlıkta bir ağaca keçe sarmak suretiyle Yatağan çalmaktı. Bu kılıcı kullanmasını iyi bilen ve güçlü olan yeniçeriler bu ağacı kesiyorlardı.
Yatağan Kılıçları hakkında en ilginç olanı ise bu silahların ilk yapıldıkları keskinliklerini korumalarıdır. Yatağan dünyadaki tek ustura özelliğine sahip silah olarak kabul edilmektedir. Ünlü Katana Kılıcı’ndan bile daha iyi olduğu söylenmektedir. Kısa olmaları sebebiyle hafif olup kolayca taşınabilirler.
Yatağanlar normal kılıçlardan daha kalındırlar ve bu kalınlık namlu sırtından ağırlık yaparak darbe tesirini arttırmaktadır. Yatağan kullanan askerler Yatağan‘ın çok keskin olmasından dolayı çarpışmalarda belirli kurallar getirmişlerdir. Eğer yiğit karşısında muharebe ettiği kişi zayıfsa Yatağan’ın ağzı ile savaşmaz sırtıyla müdahale ederdi. Bu nedenle savaşlarda ölü değil yaralı sayısı daha fazla olurdu. Bu da Türk askerinin niyetinin kan dökmek olmadığının bir göstergesidir.
Yatağanların ağzı (yalımı) içe dönük olduğundan dolayı savurarak kullanılmaz, bir tırpan gibi çekilerek kullanılırdı. Yatağanların kabza kısımları pek çok teknik kullanılarak yapılmıştır. Bazen kabza zırhı altın tombaklı bakırdan yapılıp, mercan vb. kıymetli taşlarla bezendiği gibi tamamen gümüşten yapılan kabzalar da kıymetli taşlarla bezenmiştir. Daha çok kullanılan süsleme sanatı ise mercan tezyinattır.
Kabza zamanla küçülmüş beton, savatlı, gümüş veya boynuzdan yapılır olmuştur. Özellikle boynuzdan yapılan kabzaların alt siperleri çok geniş yapılmıştır. Bu bakımdan Aydın, Ödemiş gibi yerlerde Yatağan’a “Kulaklı” ismi takılmıştır.
Yatağan kabzalarında kullanılan malzemeler bir süre sonra ele zarar veriyordu. Bunu önlemek için genelde boynuz ve fildişi kullanılmıştır. Fildişi pahalı olmasından dolayı genelde varlıklı kimseler tarafından kullanılmıştır. Fildişinin özelliği ise belli bir sertliği olmasına karşın son derece esnek olmasıdır. Bu da ele yumuşak geldiğinden kullanımı çok rahatlatıyordu. Fildişinden sonra bu özelliklere en yakın olan boynuz ve ahşaptır.
Yatağan’ın namlusunun bezemesinde ise kabartma, kakma ve telkari teknikleri kullanılmıştır. Süslemelerinde Rumi, Palmet, Şemse, Mühr-ü Süleyman, Saadet Düğümü motifleri, Kur’an-ı Kerim’den ayetlerin yanında güzel beyitler, sihir ve büyü sembolleri, ejderha motifleri kullanılmıştır.
Ashab-ı Kehf’in isimler de genellikle dekoratif kartuşlarla çerçevelendirilerek belirtilmiş süslemelerde Salbek ve bitkisel motiflerde kullanılmıştır.
Yatağanlar üzerinde gümüş ya da altın kakma tekniğini uygulamak için motif ve yazılar önce çelik gövde üzerine kazınır, oyulan yerlere eriyik haldeki gümüş ve altın doldurulur sonra tesviye edilirdi. Gümüş sıvamada ise haddelenmiş ince tel gövde üzerine kazınmış olan yerlere uygun tekniklerle yapıştırılır, takılırdı. Yatağanlarda genelde bu teknikler kullanılmıştır.
Kınların yapımında ise genellikle ahşap kullanılırdı. Üzerleri deri, kadife, gümüş, baton veya madenlerle kaplanırdı. Yatağanların kını üç parçadan oluşmaktadır. Bunlar:
a) Kın Ağzı
b) Bilezik
c) Pabuç veya Çamurluk’tur.
Yatağan’ın çok kullanıldığı ve seri üretiminin yapıldığı yıllarda kılıcın aksamı işinde ihtisaslaşmış değişik ustalar bulunmaktaydı. Bunlar ayrı işlerde çalışırlardı. Çeliği yapan usta ayrı, kabzayı ve bezemeyi yapan usta ayrıydı. Gümüş baston ve deri kınları yapan ustalar da ayrıydı. Gümüş kakma, telkari ve taneleme teknikleri ile nefis Yatağan kınları yapılmış bunlarda sahibinin ekonomik durumuna göre çeşitli taşlarla bezenmiştir. Kınların pabucu genellikle ejderha başı şeklinde süslenmiştir. Bazı kınlar komple gümüş olduğu gibi büyük çoğunluğu iki veya üç parçalıdır. Parçaların arasındaki boşluklar kadife veya deriyle kaplanmıştır.
Yatağanların üzerindeki yazıları ise iki kısımda incelemek mümkündür.
1. Kısımda:
a) Kılıç gövdesi üzerine çelik sıcakken basılmış, çelik gövdeyi yapan ustanın ismi veya mahlası.
b) Kabzayı ve süslemeleri yapan ustanın, gümüş veya altın ile ismi yazılmış ya da kazıma ile belirtilmiştir.
Yatağanların yapılış tarihini ve sahibini belirleyen yazılar da bulunmaktadır.
Ayrıca;
a) Düşmana mesaj veren yazılar
b) Ayet ve hadisler
c) Dua ve temenniler
d) Kibar-ı kelamlar vb. bulunmaktadır
Yatağan’ın yapımından süslenmesine kadar geçirdiği evreleri anlatmış olmamıza rağmen maddeler halinde toparlayacak olursak;
a) Demir külçesine dövülerek şekil verilmesi,
b) Demirin sertleştirilmesi,
c) Demirin çelikleştirilmesi,
d) Ağzının kösele ile açılması yüzeyinin aşkı ile parlatılması,
e) Kabzanın yapılıp monte edilmesi,
f) Namlunun ve kabzanın süslenmesi,
g) Kınının yapılıp süslenmesi,
Bu sıraladığımız aşmalardan sonra Yatağan kullanıma hazır hale gelmektedir.
Veysel AYTİN Selçuk Ünv.İlahiyat Fak. Türk İslam Sanat Tarihi Mezuniyet tezinden 2006