Forumumuzun üretim ile alakalı alanı Emre bey başta olmak üzere usta sanatkar üyelerimiz sayesinde gitgide gelişiyor. Ben de bu coşkulu halden pay çıkarıp biraz da teori ve arkaplana eğilmenin zamanıdır diye düşündüm ve sahuru beklerken bir iki düşüncemi yazmak istedim. Konubaşlığı ile de ilişkili olduğu için ve hem de forumda gereksiz bir dağınıklık yaratmamak adına yeni başlık açma lüzumu görmedim.
Malum Türkler demirci bir millettir. Binlerce yılda oluşmuş bir bilgi dağarcığı ve bununla gelen anane, kültür, jargon, terminoloji, görenek ve usul mevcuttur. Ammavelakin 20.yüzyıldan itibaren birçok suni sebep dolayısıyla bu zanaat büyük bir gerilemeye girdi ve maalesef günümüzde geleneksel kültürle aramızda bir uçurum oluştu. Ve bugün demircilik kültürü anlamında yüzyıllardır başka kültürlere ihraç ettiğimiz bu dağarcığı parça parça geri ithal etmek mecburiyeti gibi acayip bir hale düşmüş durumdayız. Terminoloji de teknik de bunun bir parçası. Lakin bu hal içinde köprüyü oluşturan aracı(yani dış kaynaklar)yı mümkün olduğunca çabuk aradan çıkarıp uçurumu doldurmak da bu geri alış sırasındaki bilinçli bir bakış açısı geliştirmeye, algıda seçici,sahiplenici ve biraz da yaratıcı olmaya dayanıyor. Unutmayalım ki yabancıdan kültür devşirmiyoruz; kendi kültürümüzün bir parçasını geri alıyoruz. Şu halde:
1-İlk olarak terminolojide mümkün olduğunca kendi kültürümüzde kullanılan ve kullanılmış haliyle var olan terimleri kullanmaya çalışmalıyız. Merak etmeyin demircilik tarihi nerdeyse Türk tarihiyle yaşıt. Yani eğer son 60-70 yılda çıkan yeni bir teknik, malzeme v.s. mevzubahis değilse mutlaka Türkçede bir karşılığı vardır. Bilinmiyor olması varolmadığı manasına gelmez. Kolay bir iş değil ama kaynak araştırması yapmak, eski literatüre danışmak, sözlük karıştırmak, yaşlı ustalara sormak vasıtasıyla bu terminolojiye tekrar kavuşmak mümkün.
2-Tercümeci bir zihniyetten kaçınmalıyız. Zira yukarıda da belirttiğim gibi terimlerin %95i için tercümeye zaten ihtiyaç olduğunu düşünmüyorum. Mevcut terim kulağınıza yabancı gelebilir ama eğer binlerce yıldır kullanılıyorsa, bunu değiştirmek hiç doğru olmaz diye düşünüyorum. Kaldı ki demircilikte bir çok tekniği keşfeden Türklerdir. Yani büyük ihtimalle o tekniklere ilk isim veren yine biziz. Diğer bir önemli nokta da rahmetli Attila İlhan üstadın işaret ettiği" çağrışım değeri" Bir kelime ne kadar eskiden beri kullanılıyorsa o kadar çok çağrışım değeri vardır. Mesela "çifte su vermek" sulama ve tavlama işlemlerinin yekününü ifade için kullanılan nefis bir terim. Bu iki aşamalı işlemin dünyada birtek bizde özel bir adı olması büyük ihtimalle bunu ilk icad edenin biz olduğunu da gösterir. Bu terim o kadar uzun yıllardır kullanılmış ve katmanlanmış ki demircilik jargonunu dahi aşarak dilimizde günümüzde dahi kullanılagelen bir deyim haline gelmiş. Düşünün neredeyse asırlık bir çınar, binyıllık bir cami gibi bir terim. Şimdi onu kaldırıp yabancı dilden çeviri bi isim suni bir isim uydurmak Süleymaniye Camiini yıkıp betondan, pimapen camlı, aliminyum kubbeli, teneke minareli çirkin bir mescit yapmakla eşdeğer bence.
3- Tabii son yüzyılda mutlaka birçok yeni gelişme yaşandı ve birçok teknik icadedildi. Bunların geleneksel terminolojide ismi olmayabilir. Bunlar için ise Türkçe isimler bulmalıyız. Ama tercüme ederek değil, yaratarak. Önce söylediğim gibi bunu bir bilim değil sanat olarak ele alın. Kelimelerin anlamları esnektir. Mesela "tavlama" hem demircilikte namludaki gerginliği azaltmak için yapılan işlemin ve hem de av köpeklerini ava alıştırmak için eğitmenin karşılığı olarak kullanılabiliyor. Bu anlam genişleme kapasitesinden, bu esneklikten faydalanın. Modern teknikler de geleneksel tekniklerin gelişmesinde ortaya çıktığına göre yöntem olarak modern teknik isimlerinin türetilmesinde onun selefi olan geleneksel tekniğin isminden faydalanabilirsiniz. Bunları düşünmek, kullanmak size tuhaf gelebilir ama unutmayın bütün terimler birilerinin icadetmesiyle kullanılmaya başlandı. Eğer "bilgisayar" terimini birisi bulmamış olsaydı bugün bu alete kompüter diyor olacaktık. Dikkat ederseniz bilgisayar, "computer"in kelime karşılığı değil, hatta anlam karşılığı bile değil. Sadece bir uzmanın bu alete bakıp ona göre temelde ne iş yaptığını tarif edecek bir kelime icadetmesi mevzubahis. Ve açıkçası bilgisayar bu aleti "computer"den çok çok daha iyi tanımlıyor. Zira dilimiz yapısı gereği böyle kelimeler türetmeye Romanesk Avrupa dillerinden(ingilizce, almanca, fransızca v.s.) çok daha müsait.
4-Yine yukarısı ile bağlantılı olarak, her yabancı terime Türkçe karşılık aramaya çalışmayın. Türk demirciliği ve diğer kültürlerin demircilikleri birbirinden farklıdır. Onlarda olup, bizde olmayan, bizde olup onlarda olmayan birçok şey var. Hepsinin birebir karşılığı olacak diye bir kural yok. Zaten günlük hayatta ve işinizde kullanmayacaksanız karşılık bulmak için de yorulmaya da gerek yok bence, boşverin gitsin.
5- İsim icad ederken olsun, eski terimleri kullanırken olsun özTürkçeci olmayın. Bu işin babası Ziya Gökalp bile:
"Uydurma söz yapmayız,
Yapma söze sapmayız.
Türkçeleşmiş, Türkçe'dir,
Eski köke tapmayız."
diyor "Lisan"adlı şiirinde. Kaldı ki bir çok terim Arapçe ve Farsça köklerden oluşmuş olmasına rağmen Türkler tarafından icadedilmiş ve dünyaya maledilmiştir. Ve hatta yabancı kültürler dahi bu kelimelerin kendi imlalarına uydurulmuş hallerini kullanıyorlar. Şu halde neden kendi yaratımızla bağlarımızı keselim?
6-Bu da yukardaki düşüncem ile bağlantılı bir fikir: Dışlayıcı, seçmeci değil sahiplenici olun. Kültürümüz geniş bir coğrafya içinde yaratımda bulunmuş ve bunun izleri değişik milletlerde mevcut. Ve bu kültürler bizim yaratılarımızı gayet geniş bir neseple sahipleniyorlar ve hatta kitabına uydurabilirlerse kendilerine malediyorlar. Şu halde zerre kadar bizim kültürümüzden nasiplenmiş, bizim tarafımızdan geliştirilmiş, kullanılmış herşeyi sahiplenme, kültür dağarcığımızın içine alma hakkına sahibiz bence. Eğer japon Meici dönemi subay kılıcını kendi demircilik kültürünün özgün bir parçası sayabiliyor, Polonyalılar karabelayı, İranlılar şemşiri milli kılıçları ilan edebiliyorlarsa bizim kökü şudur, başı budur, şurdan beslenmiştir v.s." diye seçmeci davranma hakkımız olamaz bence. Aslında bütün kültür araştırmaları için geçerli ama demircilik özelinde daha da genişliyor bu alan. Zira dünya üzerinde birçok kültürden daha ilerideydik bu alanda ve birçok kültüre bu işi biz öğrettik.
6-Tabi bunu yapabilmek için önce bizim kültüre hakim olmamız icabeder. Bu işe gönülverenlerin, özellikle de sanatkar demirci dostlarımızın teknikler kadar kültürel arkaplanı da araştırması ve mükemmelen hakim olması gerektiğine inanıyorum. Yurtdışında durumun bu olduğuna şahidim. Demirciler doktora tezi yapmışcasına, namlu cw kabza formlarının detaylarını, yöresel nüansları, tarihsel kökenleri ve gelişimi tartışıyorlar. Ülkemizde şeraitn çok daha sıkıntılı olduğunu biliyorum. Türkçe kaynak çok sınırlı, bize hazine değerinde bilgiler verebilecek eski eserlerin çoğu arşiv raflarında çevrilmeyi bekliyor. akademisyenler konuya ilgisiz, müzeler kısıtlı. Yabancı kaynaklara ise ulaşmak ise, dil sorunu aşılabilse dahi, sıkıntılı ve pahalı bir iş. Kaldı ki özellikle Türk kesici silahları konusunda en bilimsel, ciddi yabancı çalışmaları bile son derece önyargılı, çarpıtıcı ve sahiplenici olmaktan kaçınmıyor. Ancak eğer Türk demirciliğini gerçek manada diriltmek istiyorsak bu zorlukları aşmalıyız. Özellikle de asıl sanatkarların Afanesyevo kültüründen 19.yüzyıla değin Türk demirciliğini yalayıp yutmuş olması lazım bence, bir kere daha altını çizmek istiyorum. Zira yaratımı yapacak,sanatı ileri, bir sonraki aşamaya taşıyacak olan onlar.
7- Bu da bizi bir sonraki hususa getiriyor. Kültürü ve sanatı ileri taşıyacak yeni yaratımlar. Yasal ve toplumsal engelleri bir kenara bırakıyorum zira bunlardan konuşmak bir ömür sürer. Ancak benim kanaatimce sanatın bir ileri aşamaya taşınabilmesinin tek yolu ustalarımızın tüm Türk demirciliğini, özellikle de formları, teknikleri, malzemeleri, kültürü, usul, adap, gelenek ve hatta efsaneleriyle artık hücrelerine sinecek kadar iyi hazmetmiş olmaları, bu formları geleneksel teknikleri, malzemeleri ve tüm kültürel arkaplanı ile mükemmelen uygulabiliyor, yani kısacası her açıdan klasik çağda yapılanlar mükemmelliğinde kılıçlar, kamalar, yatağanlar, hançerler, bıçaklar v.s. yapabiliyor olmaları gerekir. Ancak bundan sonra kendi şahsi üsluplarını işin içine katarak sanata bir yenilik getirebilirler.
8- Tüm bu anlattıklarım gerçekleşemeyecek kadar zorlu geliyor biliyorum. Lakin bizdekinden çok daha ölü olan Avrupa demirciliğinin 90lardan itibaren nasıl dirildiğini ve klasik dönemini aşarak yetkinleştiğini görmek bizim işimizin birçok açıdan daha kolay olduğunu düşündürüyor bana. Zira yaşayan geleneğimiz hala var. Evet bayağı ağır darbe yemiş durumda ama hala mevcut. Birçok yerde yaşlı ustalar bölük pörçük de olsa, kulaktan dolma da olsa, bağ bıçağı, balta, orak yapa yapa unutmuş da olsa babadan kalma birçok değerli bilgiyi, tekniği, terimi, ince ayrıntıyı zihninde taşıyor. Yapılması gereken neredeyse bir arkeolojik kazı yapar hassasiyetiyle ve sabrıyla bu bilgileri toplamak ve biraraya getirerek rafine etmek. Forumumuzdaki birçok sanatkar dostumuzun da demirciliği babalarından, dedelerinden öğrendiğini düşündüğümüzde bu o kadar da imkansız gözükmüyor. Kaldı ki birçok geleneksel sanatımız demirciliğimizden çok daha ölü halde iken neredeyse nasıl yapıldığını hatırlayan bir veya iki kişi kalmışken böyle hassas çalışmalarla diriltildi. Türk Tasvir Sanatı buna en güzel örnektir. Süheyl Ünver tek başına 250 yıldır ölü olan bir sanatı diriltti ve bugün neredeyse Levni'yi, Nigari'yi aşan kalitede işler çıkaran yüzlerce sanatçımız var.
9-Tüm bunlar uzun zaman alacak bir süreç. Ve zaten tüm kılıçsever dostlarımızın da aynı fikirleri düşündüğünü, aynı amaçları güttüğünü ve hatta aynı girişimler içinde olduğuna kaniyim. Ancak önemli bir nokta da sadece pratik ve teknik alanında değil kültür alanında da herkesin eteğindekini dökmesi ve bilgi paylaşması. Birçok husus var ki işin tarihi ve kültürel arkaplanını biraz daha kurcalamış olan vefakat eline hiç çekiç almamış, ocak ve örs önüne geçmemiş olan benim gibi meraklılar istesek de çözemiyoruz, Birçok vakit okuduğumuz destanda, anlatıda, hatıratta demircilikle ilgili bir gize ışık tutacak bir ipucu olduğunun farkında bile olamıyoruz. Bir demirci gözüyle, bir metalürjist gözüyle bunların tetkik edilmesi lazım. Kulaktan dolma bilgilerin anlamlı bütünler halinde biraraya getirilmesi, sonra denenmesi ve içinde hakikat kırıntısı olup olmadığının anlaşılması lazım.
10- Dediğim gibi bu uzun bir maraton ancak hemen yarın nereden başlamalı, ilk adım ne yapmalı diyen bir demirci dostumuz varsa ona
"Klasik formlarda üretime ağırlık verin" derdim. Zira Türkiye'de bir Türk demircisi tarafından bir tane dahi olsa bir Türk kılıcı, bir kama, bir hançer, bir yatağan, bir sagir balta dövüldüğü takdirde Türk demirciliği yaşıyor demektir. Böyle bir emek yapacağınız bin tane av bıçağından, et bıçağından, çakıdan, tantodan, maşetten, kukriden daha hayırlıdır, daha değerlidir.
Çok uzun oldu biliyorum ama açıkcası Emre beyin coşkulu mesajları beni de coşturdu. Siz de aynı ruha kapılın diye bir iki de geleneksel silah resmi ekleyeceğim. Belki bir ilham verir siz sanatkar dostlarımıza.